"I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well." - "Eğer bir başkasını daha iyi tanıyor olsaydım, kendimden bahsetmezdim." - Henry David Thoreau

Salı, Temmuz 27, 2010

Tatildeyiz - 3

Pisa’ya geçen yıl da gelmiştik, yolculuğumuzun son durağıydı. Bu sene geliş nedenimiz tatilimize geçen sene kaldığımız yerden devam etmek değildi elbette. Güney Fransa ya da İtalya’nın Toskana bölgesine yakın bir yerinde uygun uçak bileti bulmaya çalışarak tatilimizi planlamıştık. Buna göre en uygunu Pisa’ya gelip Marsilya’dan dönmek oldu. Şansımıza Gogol Bordello’nun Pisa’da bizim geldiğimiz dönemde bir konseri olduğunu öğrenince konser biletini hemen aldık. Hem geçen geldiğimiz ve çok beğendiğimiz Pisa’yı bir kez daha gezecek hem de güzel bir konsere gidecektik. 

Pisa benim çok sevdiğim şehirlerden biri, bana küçük Roma gibi geliyor. Sokaklarında amaçsızca gezmek, gördüğümüz küçük kafelerde molalar vermek, pazarlarını gezmek, insanları seyretmek, güzel yemekler yemek, binaları incelemek her şey huzur verici burada. Pisa’nın benim için ayrı bir önemi de Pana Cotta tatlısını burada keşfetmiş olmamdı. Geçen sene girdiğimiz pastanede (Salza – buradaki her şeyi yemek isteyebilirsiniz) üzerinde böğürtlen reçeli gibi bir şey olan beyaz tatlıyı denemiş ve tadı damağımızda kalmıştı. Pana Cotta o zamandan beri her İtalyan lokantasında menüde ilk aradığım şey olmuştu. Hatta Amsterdam’da bile bulduk yapan yer. Tarifi de çok basit aslında (google). Krem karamele benziyor, çilekli, çikolatalı, böğürtlenli, karamellisi de yapılıyor ama ben frambuazlı olanına bayılıyorum. Aklınızda bulunsun mutlaka tadın. 

Pisa’da herkesin bildiği meşhur Pisa Kulesi var, elbette orada fotoğraflar çektik, ama ben en çok kule ile beraber değişik pozlar vermeye çalışırken şekilden şekilde giren insanları seyretmeyi seviyorum. İnsanların yaratıcılıklarına şapka çıkartmam gerek, yaptıkları hareketler Pisa kulesinin ilginçliğini gölgede bıraktıran cinsten. Biz bu sene normal bir fotoğraf ile yetindik. Akşam oldu ve biz açıkhavada yapılan Gogol Bordello konseri ile coştuk. Erkenden gittiğimiz için en önde izledik konseri. Gogol Bordello “Çingene Punk – Gypsy Punk” yapan bir grup, kendisini bu sene Amsterdam’da Barış’ın bir arkadaşı sayesinde keşfetmiştik ve aylardır da dinliyoruz, dinlemek ne kelime şarkılarını bağıra çağıra söylüyor ve zıplayarak dans ediyoruz. Konserinde de aynı şekilde zıplayıp durduk, çılgın Pisa gençleri bayağı hopladı, Gogol Bordello da bizleri 2 dakika hareketsiz bırakmadı, epey bir yorulduk. Grubun tüm elemanlarını ayrı ayrı beğendim, her birinin kendine has özellikleri var. Şarkılarında faşizme, ırkçılığa, göçmen haklarına dair mesajlar da veriyorlar. Solistleri Eugene Hütz inanılmaz biri, daha evvel bir filmde izlemiş ve çok beğenmiştik. İngilizce aksanı çok hoş. Aslında Ukraynalı, ama anneanne tarafından Roman, yani çingene kanı var. Ukrayna’ dan Macaristan, İtalya, İngiltere’ye ve son olarak da Amerika’ya göç etmişler. O nedenle tam bir göçmen hakları aktivisti. Yeni albümleri dolayısı ile şu an dünya turundalar, her gün bir yerde konser veriyorlar. Tatilimizde yaptığımız en eğlenceli anlarından biriydi, keşke yine gidebilsek. İstanbul’da Kemancı, Ankara’da Gölge Bar ya da Manhattan’da kurtlarımızı dökerdik biz rockçılar. Son yıllarda clubber müzikler yüzünden böyle aktivitelerin sonu mu geldi diye düşünür olmuştum. Ama buradan haykırıyorum tıpkı Sibel Kekili ve Birol Güven’ in Duvara Karşı filminde haykırdığı gibi; Punk is not dead!!


0 comments: