Evimdeyim
Amsterdam gerçekten pahalı bir yer. Gülün dikeni yani. Otelde kaldığımız dönemde Barış ile taşınacağımız yeri düşündük. Den Haag (Lahey) yeni bir şehir ve Amsterdam' a göre çok daha ucuz bir yer. İşe de yaklaşık 1 saatlik bir mesafede. Ama açıkçası Amsterdam da yaşamak daha cazip geliyordu. Yani akşam dışarı çıktığında yaşayan bir şehirde olduğunu hissetmek apayrı birşey. İyi de evi bulmak kolay olacak mıydı? Burada gazete ilanıyla ev bulunmuyor. Mutlaka bir ajans (emlakçı) ile çalışman gerekiyor. Ajansın görevi sadece ev bulmak değil elbette, ev bulduktan sonra da evsahibi-kiracı arasındaki ilişkiyi ajans yönlendiriyor. Belli dönemlerde eve teftişe bile gelebiliyorlar, İngiltere' de kaldığım dönemde evimize sanırım 2 kere teftişe gelmişlerdi, teftiş sonu oluşturulan rapor evsahibine ve bize gönderiliyor garip bir sistem ama bence her iki taraf için de iyi. Evi tuttuğunda herşey rapor ediliyor ayrılırken de aynen bıraktığın gibi ayrılıyorsun. Bir hasar vermişsen yaptırmak zorundasın. Neyse özetle ev aramak için ajansın bize gönderdiği anketi (nasıl ve ne bütçede bir ev istediğimize dair) doldurduktan sonra ilk ev avımıza (House Hunt) Dutchhousing firmasından Collette ile çıktık. Collette bize 5 adet ev gösterecekti o gün elbette ki belirlediğimiz bütçenin üzerindeki evlerdi. Dediğim gibi Amsterdam da evler inanılmaz pahalı. O gün hayalimizdeki evi bulabileceğimizi hiç düşünmemiştim, hatta hayal kırıklığı ile otelimize döneceğime emindim. Ancak, Krammerstraat'taki evi görünce "ilk görüş, ilk aşk" vakası yaşandı. Üstelik hem Barış hem ben aynı anda aynı fikirdeydik, "bu evi tutmalıyız". Neyse sonuçta bir iki pazarlık girişiminin ardından hiç bir indirim alamadan :) Krammerstraat taki evimizi tuttuk, artık Amsterdam' da merkeze çok yakın, çok güzel bir sokakta, çok şirin bir evimiz vardı. Üstelik tipik ufak Hollanda evlerine nazaran büyük bir evdi, Türkiye'den (ya da başka yerlerden) gelebilecek misafirlerimiz için ek bir odamız daha var. Süper yani ama evi bir an önce tutmamız gerekiyordu. Türkiye' den ev eşyalarımızı getireceğimizi düşündüğümüzden boş bir ev (Unfurnished) kiralamıştık. Yani eşyaların gelmesini de beklememiz gerekecekti ki bu 3 hafta demekti. Neyse 1-2 hafta biraz zorluk çektik ama IKEA imdadımıza yetişti. En azından yatacak ve yemek yiyecek yerimiz vardı artık. Bu arada "Unfurnished" olarak kiralanmasına rağmen evde beyaz eşyaların bulunması Türkiye 'deki eşdeğerlerini satmamıza sebep oldu. Aslında iyi de oldu beyaz eşyaları değiştirme zamanı gelmişti, vesile oldu. Nihayetinde biraz sıkıntı çektik ama 8 Kasım sabahı eşyalarımız eve teslim edildi. Amsterdam' da ev taşıma sistemi biraz değişik, kapı kullanılmıyor, eşyalar direkt camdan asansör aracılığıyla eve taşınıyor. 2 gün işyerinden izin aldım cumartesi pazarı da katınca 4 günde eşyaların büyük kısmını yerleştirebildik. Yorulduk ama eğlendik. Yeni bir düzen kurmak çok rahatlatıcı birşey. Bazı kendini geliştirme ile ilgili kitaplarda da değişimin öneminden dem vururlar. "Hiç değilse çalışma masanızın yerini aradabir değiştirin çalışma iştahınızın artacağını göreceksiniz." Biz 2007 yılında çok şey değiştirdik, bu bize apayrı bir güç verdi. Bunu gerçekten hissediyorum. Hayatın rutinleşmesine izin vermemek gerek. Yoksa sizden bir beklenti kalmaz ve evrime kurban gidersiniz. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Eşyaların taşınma işini Türkiye'den Soyer (Tuzcuoğlu diye de biliniyor ama Tuzcuoğlu ismini kullanan çok firma var aldanmayın.) firmasına verdik, valla hiç kolay bir iş değil, Ankara' dan Amsterdam' a arada gümrük işleri, taşınma, toplanma, sigorta vs. Hiç uğraşılacak gibi değil. Aslında firmam taşınma masraflarını üstlenmemiş olsa eşyaları da belki getirmezdik, o durumda tek acıyacağım şey bırakacağımız kitaplar olurdu. Soyer her aşamada bize çok yardımcı oldu. Hatta taşınma sırasında kırılan infrared ısıtıcının sigortadan karşılığını da hiç geciktirmeden hesabıma yatırdılar. Buradan onlara bir kez daha teşekkür ediyorum, ve olur ya uluslararası taşımacılık ihtiyacınız olursa diye buradan herkese de bu firmayı öneriyorum.
Evet, Amsterdam' da artık başımızı sokacağımız sıcacık bir evimiz var,Barış' ımda yanımda, azıcık aşım, kaygısız başım, daha ne isteyeyim, çok şükür. Artık kendimizi buralı gibi hissetmeye başlayabiliriz :) Barış geçenlerde okuduğu bir kitaptan şöyle bir alıntı yaptı; Başka bir ülkeye yerleşince yaşanan kültür şoku aşağıdaki 3 faz ile özetleniyor;
- Turist fazı : Yeni bir ülkeye gelmenin heyecanı yaşanır, tüm farklılıklar göze hoş gelir, gezmeler, tozmalar ve iyi ki gelmişiz söylemleri.
- Bu ülkeden nefret ediyorum fazı : Zamanla bu farklılıklar sıkıcı gelmeye başlar, depresif ve sinirli bir hal alınır, yurda özlem başgösterir.
- Adaptasyon ve kabullenme fazı : Kendini yeni yaşamına adapte etmiş olmak ve tam anlamıyla evinde gibi hissetmek. Bu fazı anlamanın en iyi yolu, başka bir yere gezmeye gidince "Eve dönmek istiyorum" dediğinizde yerleştiğiniz ülkeyi kastetmektir.