"I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well." - "Eğer bir başkasını daha iyi tanıyor olsaydım, kendimden bahsetmezdim." - Henry David Thoreau
"Bana aşk, para, inanç, şöhret, adalet yerine gerçeği verin - Rather than love, than money, than faith, than fame, than fairness, give me truth." - Henry David Thoreau
Neden en sevdiğim film "Fight Club" biliyor musunuz? Birçoğunuzun düşündüğü gibi, kurgusu, şaşırtıcı finali, karakterleri, müzikleri vb. değil bu filmi baştacı yapmamın nedeni. Elbette bunların da etkisi var. Ama asıl neden filmin hislerime tercüman olmasıdır. Hiç hayatın anlamını gerçekten çözdüğünüzü düşündüğünüz ve vardığınız sonucun size anlatılanlardan farklı olduğunu hissettiğiniz oldu mu? Eğer böyle bir doyum yaşadıysanız beni anlarsınız, zira bunu sevdiklerinizle paylaşmak isteyeceksiniz, ama sizi anlamadıklarını gördüğünüzde moraliniz bozulacak, üzüleceksiniz. İşte sizi anlatan bir kitap, bir film, bir müziktir, o anda beklediğiniz, yalnız olmadığınızı size hissettiren. O nedenle çok severim bu filmi. Birşeyler anlatmaya çalışmış ve bunu fazlasıyla başarmış bir filmdir. Filmin içindeki her bir ufak hikaye bir mesaj vermektedir izleyenlere, mesela Tyler Durden 'in, gecenin bir yarısı markette çalışan adamın kafasına silah dayayıp, neden mutlu olduğu işi yapmadığını sorması ve onun hayatını değiştirecek tehdidi savurması, sadece 5 dakika ve kendinize sorarsınız, ben mutlu olduğum işi mi yapıyorum yoksa benim bu işi yaparak mutlu olacağımı söyleyen toplumu mu mutlu ediyorum diye. Şimdi "Fight Club" ın ardından benim için 2 numaraya oturan bir filmden sözedeceğim size.
Ardı ardına 3 gezi yazısı yazacaktım ama beni bundan alıkoyan bu filmi seyrettim. Hayat felsefemi fazlasıyla yansıtan bir film. Yazılarımı okuyanlar bilir, en sevdiğim yazar Thoreau' dur. Onun felsefesini Leo Tolstoy ve Jack London ile harmanlayıp, görsel bir şölene dönüştüren, benim için başyapıt olmayı haketmiş bir film. IMDB oylarıyla da en iyi 250 film listesine bir anda girebilmiş bir film. "Into The Wild". Filmi ya bütünüyle çok seveceksiniz, ya da saçma sapan fikirler verdiğini düşünecek (bize dayatılan düşüncelere inananlardansanız) ama yine çok seveceksiniz. Elbette ben bütünüyle sevenlerdenim. Ama film de sunulan düşünceleri kabul etmeyip, saçma bulan insanları da anlayabiliyorum, çünkü bundan 10-12 yıl evvel ben de aynı şeyleri düşünebilirdim. Yaşamın aldatmacasına inananlardandım. Bu filmde savunulan düşünceler ile ilgili kendi fikirlerimi de kattığım detaylı bir yazı yazmaya çalışacağım, ancak şu an filmin tadını kaçırmak istemiyorum. Lütfen bu filme bir şans verin ve izleyin. Şu linkte filmde adı geçen kitapların bir listesini bulabilirsiniz.
Filmin müziklerinden de bahsetmezsem olmaz. Filmin özüne bütünüyle uyan bir Soundtrack ile karşı kaşıyayız. Filmin müziklerini Pearl Jam' in solisti Eddie Vedder' ın yapması kesinlikle tesadüf değildir. Eddie filmde anlatılan düşünceleri anlayıp yaşayabilen bir insandır. Kurt Cobain ile beraber (birbirlerini sevmedikleri söylense de bunun gerçek olmadığını defalarca dile getirmiştir) o dönemlerde "Generation X" diye tanımlanan gençlik akımının sözcüleri olmuşlardı. Çevreyi korumayı hayat tarzı olarak benimsemesi, toplum sorunlarına eğilen şarkı sözleri, savaşa, yalana, paraya, medyaya, pazarlamaya olan isyanı, bunu müzikleriyle ifade etmesi yepyeni bir gençlik akımını da beraberinde getirmişti. Benzincide çalışırken aldığı 90 model toyota kamyoneti kullanması ya da sürekli aynı kıyafetleri giymesiyle ilgili sorulan bir soruya verdiği aşağıdaki yanıt, Eddie' nin bu filmin müziklerini yapmasının ne kadar önemli olduğunu en güzel anlatan cümledir.
"I don't need to do things like that to remind me of who I am. But maybe it's good that other people see those things and maybe it sends a message, that I still am the same person."
Youtube erişimi olanlar aşağıdan şu muhteşem parçayı dinleyebilirler.
Sözleri de şu şekilde;
hmmm ooh hooo hooo It's a mistery to me we have a greed with which we have agreed
You think you have to want more than you need until you have it all you won't be free
society, you're a crazy breed I hope you're not lonely without me
When you want more than you have you think you need and when you think more than you want your thoughts begin to bleed
I think I need to find a bigger place 'cos when you have more than you think you need more space
society, you're a crazy breed I hope you're not lonely without me society, crazy and deep I hope you're not lonely without me
there's those thinking more or less less is more but if less is more how you're keeping score? Means for every point you make your level drops kinda like its starting from the top you can't do that...
society, you're a crazy breed I hope you're not lonely without me society, crazy and deep I hope you're not lonely without me
society, have mercy on me I hope you're not angry if I disagree society, crazy and deep I hope you're not lonely without me
Ayrıca şu aşağıdaki şarkıyı da son 1 aydır yüzlerce kez dinlediğimi belirtmek istiyorum, siz de dinleyin.
Hollanda’ya geldiğimizden beri buraları tanımaya zaman ayırıyorduk. Yurtdışı! olarak sadece Almanya'ya abimleri ziyarete gitmiştik. Nisan ayı ile birlikte gezmeye vakit ayırmaya başladık. İlk hedefimiz en yakın yerlerden biri olan Brüksel’ di, planlarımızı yaptık ve trenimize atlayıp 2,5 saat sonra Brüksele vardık. Bizim için değişik ve güzel bir hafta sonu kaçamağı oldu. Aslına bakarsanız, burada yaşamanın en güzel taraflarından biri de bu, her yer birbirine çok yakın. Trene atladınız mı tüm Avrupayı gezebilirsiniz. Avrupa da ülke kavramı AB ile beraber ortadan kalkıyor gibi, zira ülke değiştirdiğini bile fark etmiyorsun. Sadece cep telefonuna bir mesaj geliyor “şu an şu ülkedesiniz, tarifesi şu kadar” falan diye. Pasaport kontrolü bile olmuyor ya da arada bir oluyorsa da bize denk gelmedi. Gerçi kontrol olsa da, yanımızda pasaportumuz bile yok, Hollanda hükümetinin bize verdiği kart ile giriş çıkış yapıyoruz. Yani gezmek oldukça basit, sırtına çantanı al, trene atla, yeni yerler keşfet. Üniversitede yapamadığımız Inter Rail maceralarının geç de olsa burada acısını çıkartıyoruz yani :) Hala kafamı yerlere vururum neden şu Inter Rail faaliyetine katılmadım diye, ama o zamanlar bu cesaretim yoktu ne yazık ki, kendimi bile yeni yeni tanımaya başlamıştım.
Avrupa Birliği'nin 3 ana kurumu olan AB Komisyonu, AB Bakanlar Konseyi ve Avrupa Parlamentosu içinde ilk ikisinin resmi organlarının büyük çoğunluğu Brüksel'de yerleşik. Bu sebeple, AB veya Avrupa başkenti olarak gösteriliyor. Hal böyle olunca Brüksel bir çok bürokratın sürekli gidip geldiği bir merkez konumuna geliyor ve hafta içleri hem kalacak otel bulmak güç oluyor hem de fiyatlar 3-4 katına çıkıyor. Ancak hafta sonu tüm bu keşmekeş ortadan kalktığı için oteller müşteri çekmek için fiyatlarını çok düşürüyorlar. İste bu sebeple size ilk tavsiyem, eğer hafta sonu Brüksel’e gidecekseniz ve ucuz bir yerler arıyorsanız, pansiyon veya ucuz otellere bakmadan önce lüks otellerin de fiyatlarını kontrol edin, biz öyle yaptık ve geceliği 50 Euro ya 2 kişi 4 yıldızlı bir otelde konakladık. Ayrıca hafta sonları ulaşım da çok kolay, tüm gün geçerli metro kartını iki kişi aynı anda kullanabiliyor, fiyatı da inanılmaz ucuz, yanlış hatırlamıyorsam 2 ya da 3 Euro idi.
Brüksel gerçekten çok güzel ve şirin bir yer. Özellikle her çocuğun evet kesinlikle her çocuğun görmesi gereken bir yer. Çünkü çocukları eğlendirecek herşey Belçika' dan çıkmış. En başta çizgi filmler, sonra kuklalar, oyuncaklar ve çikolata. Açıkçası biz burada çocukluğumuza döndük, herkesin bildiği gibi Ten Ten in yaratıcısı Herge Belçikalı, bu sebeple her köşebaşında bir Ten Ten figürüne rastlamanız mümkün, ama Red Kit ve Şirinlerin de Belçika’ dan geldiğini söylesem size? Evet, mesela ben Red Kit in Belçikalı olduğunu bilmiyordum, burada öğrendim. Neyse tüm bu karakterler ve niceleri Belçika kökenli. Bunu o kadar çok hissediyorsunuz ki buradayken, sokak duvarlarında bile çizgi roman karakterlerinin resimlerini görüyorsunuz. Çok hoşumuza gitti.
Brüksel'de iki resmi dil kullanılmakta, Fransızca ve Flamanca. Bu dillerin kullanımı hukuken eşit ve her alanda zorunluymuş. Bu sebeple Brüksel’ de tüm levhalar, tabelalar, hatta sokak isimleri hem Fransızca hem de Flamanca olarak yazılmakta.
Brüksel'in sembolü Manneken Pis heykeli (işeyen çocuk heykeli), onun kadar ünlü olmasa da, işeyen kız heykeli (Delirium’ un hemen karşısında), Brüksel'in tarihi merkezi olan ve nefes kesici güzellikteki Grand-Place'da L'Hôtel de ville (Hükümet Konağı) buradaki görülesi yerler.
Yeme içme konusunda size 5 tavsiye, kesinlikle bunları tadın;
Midye (mussels) - Elbette bizim midye tavanın ya da dolmanın yerini tutamaz ama bu da midyenin çok değişik ve güzel bir alternatif sunumu.
Waffle - Offf offf ki off yani işte bu bizim Türkiye’de ki waffle larin yerini fazlasıyla tutar, böylesi güzelini yemediğinize iddiaya girerim, sokaklar zaten waffle kokuyor. Çok güzel. Kesinlikle yenmeli.
Çikolata - Uzatmaya gerek yok, dünyanın en güzel çikolataları buradan çıkıyor, yemeden gelmeyin.
Bira - Ben ki birayı hiç sevmem, burada sevmeye başladım. Belçika’ da 400 den fazla bira çeşidi mevcutmuş ve her biranın kendine has bardağı var. Belçika’ nin bataklık gibi olan havasından dolayı biralar da maya kullanılmıyormuş. Çeşit çeşit bira, biz eve bile getirdik birkaç tane. Kesinlikle sevmeseniz bile bir deneyin. Özellikle de içinde 2000 küsür bira servisi yapılabilen ve bu konuda bir rekora sahip olan Delirium adlı barda denemenizi tavsiye ediyorum
Patates Kızartması - Benim çok aram yok bununla ama yedik de yani fena değil. Seviyorsanız, hoşunuza gidecektir, çeşitli soslarla sunuluyor.
Geçenlerde Barış, Sargun Tont' un bir yazısından şöyle bir paragraf aktardı;
"Bilimsel çalışmalara göre atmosferde negatif iyonların pozitif iyonlara göre çok bulunduğu yerlerde insanlar daha mutlu oluyormuş. Negatif iyonlar da suyun sert bir şekilde taşa çarptığı yerlerde sözgelimi şelale kenarlarında daha bol bulunurmuş."
Yani yağmur altında yürümekten neden hoşlandığınızın bilimsel açıklaması bu olsa gerek. Mikrodalga fırınlar, bilgisayar, televizyon gibi elektrikli ve elektronik ev eşyalarının da pozitif iyon kaynağı olduğunu öğrendim. Pozitif iyon da mutsuzluk kaynağı. Hadi bakalım, hep birlikte fişten çekiyoruz eşyalarımızı diyemiyoruz belki ama en azından bu gerçekleri bilip, imkanımız olduğu sürece negatif iyon yüklenmeye çalışabiliriz.
Bu arada yaz geldi biz de gezmelerimize, tozmalarımıza hız verdik, bundan sonraki 3 yazımın da gezdiğim yerlerle ilgili olmasını planlıyorum, bakalım vakit ayırıp tamamlayabilecek miyim?
Geçenlerde şirket beni bir eğitime gönderdi. Kariyerim boyunca yanlış hatırlamıyorsam ilk defa teknik olmayan bir eğitim aldım. Gittiğim eğitimin adı "Negotiation Skills". Kabaca pazarlık etme ya da müzakere etme diye Türkçe’ ye çevirebilirim. Müzakere günlük hayatın ayrılmaz bir parçası olmasına rağmen, çoğunlukla farkına varılmadan kendiliğinden gerçekleştirilen bir aktivite. Halbuki müzakere, belirli bir sistematiği, ilkeleri ve araçları olan oldukça karmaşık bir süreç. Bu egitimin amacı da müzakere sürecinin anlaşılmasını sağlamak ve müzakerenin etkin bir şekilde nasıl yapılabileceğini incelemekti. Özetle, ikili ilişkiler de ya da iş hayatında ya da günlük hayatımızda yasadığımız tartışmalardan en uygun şekilde nasıl sonuç elde edebilirizi öğrendik. Biri size "Hayır" dediğinde bunu nasıl "Evet" e çevirebilirizi anlamaya çalıştık. "Müzakere edebilme yeteneği aslında tüm insanlarda doğuştan var olan bir özellikmiş ve zaman içerisinde bu gücümüzü kaybedermişiz, bu eğitimle bildiklerimizi hatırlamayı amaçlamışız" diye bir açıklama yaptı eğitmenlerimizden biri ve de bunu çok güzel bir örnekle açıkladı. En iyi müzakereciler 4 yaşına kadar olan çocuklarmış! Çocuklar her istediklerini alabilme yeteneklerine sahiplerdir. Annesinden bir şey istediğinde, eğer "Hayır" cevabi alıyorsa, çocuk bunu müzakereye başlama fırsatı olarak görür ve sonunda da istediğini elde eder. Tabi, şartlar çocuğu zamanla bu yeteneklerinden uzaklaştıracaktır. Şimdi aldığım eğitim neticesinde bu yeteneklerimi yeniden kazandığımı hissettim. Bu gune kadar eğitimler hep birilerinin birşeyler anlatması ve bizlerin dinlemesi, sorular sorması seklinde geçerken bu 4 günlük eğitimde sadece 3 saatlik anlatım olayı vardı, gerisinde sürekli müzakere yaptık, gercekten dikkat edilmesi gereken o kadar çok nokta var ki. Bu işin tekniklerini biliyorsanız, sonuca ulaşmak oldukça kolay.
Eğitim süresince evden uzaktaydım 4 gün boyunca Noordwijk' de Grand Hotel Huis ter Duin otelinde kaldım. Kaldigim otelin en güzel özelliklerinden birisi Hollanda milli takımının Avrupa Şampiyosasi kampını burada yapmasıydı :) Son gün asansöre bindiğimde karsımda Marco Van Basten i gördüğümde dilim tutuldu, tek kelime edemedim. Müzakere edecek bir konu bulamadım, 10 saniye suskun suskun baktım, dünya futboluna yıllarca etki eden bu futbolcu öyle karşımda duruyordu, eh saçları beyazlamış, yaslanmış, gayet normal görünüşlü birisi olmuş o zamanlar bir ilah dı bizim için. Euro 88 finalinde Dasayev' e attığı o muhteşem golü hala gözlerimin önünde. Hayat ne güzel dedim kendi kendime.
Aşağıda bir dişçi ile olan müzakere örneğini seveceğinizi düşünüyorum.
Müzakere de en önemli adımlardan biri "Karşınızdakine istediğini vermeniz ama kendi koşullarınızda". Bununla ilgili gerçek bir hikaye size. 1745 yılında Pennsylvania eyaleti Londra' daki Whitechapel Bell Foundry firmasına bir çan siparişi veriyor. 1752 yılında Çan yerine ulaştırılıyor. Ancak çan 6-7 ay sonra resimden de göreceğiniz üzere çatlıyor. Çanın Amerikan tarihinde yeri büyük. Hatta 8 Temmuz 1776 yılındaki özgürlük bildirgesi, çanın şahtlik ettiği en önemli olaydır. Bu nedenle "Liberty Bell" ya da "Independence Bell" olarak da bilinir. Neyse, aradan yüzyıllar geçiyor ve günümüze geliyoruz. Bir tarihçi Çan ile ilgili araştırma yaparken, teslimat sırasında gönderilen belgeleri inceliyor. Belgeler eski İngilizce ile yazılmış, bunları tercüme ettirdiğinde Çan' ın ömür boyu garanti kapsamında olduğunu keşfediyor. Hemen Çan ı yapan firmayı araştırıyor ve Whitechapel Bell Foundry' nin (Britanya' nın en uzun süreli faaliyette bulunan üretim işletmesi) hala faaliyette olduğunu öğreniyor. Firmaya bir mektup yazıyor ve Çan ın garanti kapsamında olduğunu, derhal tamir edilmesi gerektiğini belirtiyor. 2 Hafta sonra firma yetkilisinden aşağıdaki cevabı alıyor;
". . . onarmaktan onur duyarız eğer ki bize orijinal kutusu içerisinde ulaştırılırsa ..."