Yavaş Okuma Kursu
Hızlı Okuma öğrenen ve Tolstoy'un Savaş ve Barış adlı romanını okuyan Woody Allen'a sormuşlar. "Nasıl buldun romanı, neler anlatıyor?". Cevap; "olay Rusya'da geçiyor".
Genelde başladığım kitabı makul bir süre içerisinde bitiririm. Saçma sapan nedenlerden ötürü başlayıp da bitiremediğim kitaplar da olmuştur. Mesela ABD'li felsefeci Robert M. Pirsig'in 1974 yılında yayımlanmış ve efsane haline gelmiş kitabı Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı. Kesinlikle öyle bir çırpıda okunacak bir kitap değil. Sanırım 1998 yılıydı, Barış elime tutuşturmuştu okumam için. Kitaba iki kere başlamış ama yoğun düşünmeyi gerektiren ağır monologların altından kalkamadığım bir dönemden geçtiğim için sonlandıramamıştım. 2 yıl kadar sonra, derin bir nefes alıp yeniden başlamış ve sanıyorum "Sofie' nin Dünyası"ndan sonra beni felsefe ile ilgilenmeye bir kez daha iten bir eser okuduğumun farkına varmıştım.
Sonradan bitirdiklerime bir başka örnek ise Joseph Heller' in Türkçe' ye Madde 22 ismiyle çevrilen muhteşem romanı "Catch 22". 2002 yılıydı onunla tanışmam. İngiltere' de çalıştığım firmadaki iş arkadaşım Philip bahsetmişti bu kitaptan "Catch 22" (Kısır Döngü - içinden çıkılamaz durum) deyiminin anlamını açıklarken. Çok ilgimi çekmişti, ingilizcesini satın almış ama bir türlü başlamaya cesaret edememiştim. Daha sonra Türkiye' ye döndüğümde Dost Kitapevi' nde öyle dolaşırken Madde 22 isimli kitabı gördüğümde hemen üzerine atılmıştım. Bu kitaba da 2 kere başladım ama ikisi de başarısızlıkla sonuçlandı. Hayır kitap olağanüstü güzel, ama ben o dönem Hollanda ile ilgili çalışmalarda bulunuyordum ve bir türlü kendimi kitaba verememiştim. Ama Hollanda' da yeniden okudum Madde 22 yi. Okurken inanılmaz zevk aldım, harika bir kitap. Askeri bürokrasi ile dalga geçen, çok ince bir espri anlayışı olan, okurken sürekli bir gülümseme modunda olduğum, aslına bakarsanız Jack Kareouc' un "Yolda" kitabının savaş konusundaki eşleniği olarak tanımlayabileceğim bir kült roman. İngilizce'de ki "Catch 22" deyiminin bu kitap ile sözlüklere girdiğini de buradan belirteyim. Yossarian karakteri ile kitap baştan sona içinden çıkılmaz durumları ortaya koyuyor. 20. yüzyilin en iyi romanları arasında gosterilen, hem güldüren hem de psikolojinizi alt üst eden bir eser.
Catch 22 aslında günlük hayatımızda çok karşılaştığımız bir durum. Mesela işe girmek için iş tecrübesi istenmesi ama işe girmeden de bu tecrübenin kazanılamaması gibi. Aşağıda kitaptan küçük bir diyalog konuya biraz daha açıklık getirir sanıyorum; deli isen uçak uçuramazsın, uçuyorsan delisin, uçmaktan kurtulmak ve yer görevine yerleştirilmek için yapman gereken tek şey "ben deliyim" diye başvurman olacaktır, ama deli olduğunu kabul ediyorsan aslında deli değilsindir. . . Okumadıysanız, okumak için mutlaka bir fırsat yaratın.
"anlaşıldı şimdi. yani bir yolu yordamı mı var bu işin?"
"elbette var"diye karşılık verdi doktor Daneeka."
evet sadece bir tek kural vardı: madde 22. Bu maddeye göre, aklı başında bir insanın yapması gereken tek şey, gerçek ve yakın tehlikeler karşısında, kendi güvenliğiyle yakından ilgilenmesiydi. Orr deliydi, şu halde, yer görevine yerleştirilebilirdi. Bir tek şey yapması gerekiyordu: böyle bir istekte bulunmak. Böyle bir istekte bulunduğu an, deliliği geçmiş olacak, dolayısıyla görev uçuşuna çıkması gerekecekti. Orr daha sık görev uçuşuna çıktığı taktirde deli, çıkmadığı takdirde akıllı olacaktı. Ama akıllıysa uçuşa çıkmak zorundaydı. Eğer uçuyorsa deliydi ve uçmak zorunda değildi. Ama uçmak istemiyorsa akıllıydı ve uçmalıydı. Madde 22'nin akıllara durgunluk verecek kadar basit bir madde olması karşısında Yossarian afallamıştı. Uzunca bir ıslık öttürdü.
"bu madde 22 amma da esaslı bir maddeymiş" dedi.
"haklısın en iyi maddedir" diyerek onayladı doktor Daneeka.
Evet böyle bir girişin ardından şu an okumakta olduğum ama henüz bitiremediğim kitapların listesini veriyorum. Aslında aynı anda birden fazla kitap okumak adetim değildir, ama bir şekilde böyle bir duruma geldim. Tüm kitapları eşzamanlı olarak okumaya çalışıyorum, fena da gitmiyor ama tam konsantre olamıyorum. Neyse ben biraz kitaplardan bahsedeyim, belki sizlere tavsiye niteliğinde olur.
Parfümün Dansı - Jitterbug Perfume - Tom Robbins
Bu kitabı ikinci okuyuşum, yaklaşık 10 yıl kadar önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Okuduğum en güzel romanlardan biri. O dönem bu kitabı o kadar çok sevmiştim ki yazarın diğer kitaplarını (Ağaçkakan, Sıska Bacaklar, Dur Bir Mola Ver) da kütüphaneme katmıştım. Bu kadar güzel bir roman bir daha yazamaz diye düşündüğüm sırada "Dur Bir Mola Ver" adlı kitabını okumuş ve bir kez daha aynı hazzı aldığımı hissetmiştim. Hangi kitabının daha iyi olduğuna kararsız kaldım uzun süre. "Dur Bir Mola Ver" e daha yakın hissediyorum kendimi ama "Parfümün Dansı"na da haksızlık etmek istemiyorum. İkisi de aynı derecede değerli benim için. Şimdi aradan geçen 10 yıl neticesinde bu muhteşem kitabı zihnimde bir kez daha tazelemek istedim. Aynı anda birden fazla kitap okurken, kütüphanemin arşiv bölümünden eski bir dosta selam vermenin uygun olacağını düşündüm. İyi de etmişim. Alobar, Kudra ve Pan ile yeniden çıktım o güzel kokulu ölümsüzlük yolculuğuna.
"bu kitapta hayatlarını bir deney olarak yaşayanlar anlatılmaz.
onların okumalarına da gerek yoktur!"
The Gunslinger - The Dark Tower I - Kara Kule I - Stephen King
Stephen King' in "Başyapıtım" dediği Kara Kule adlı 7 bölümlük eserinin ilk kitabı. Bilmeyenler için söyleyeyim kendimi bildim bileli Stephen King romanları okurum. Çocukken okuduğum "O - It" romanından çok etkilenmiştim, gece yatmadan önce yatağımın altına bakardım romanda bahsi geçen palyaçonun orada olmadığından emin olmak için. İnanılmaz bir romandı benim için, yaşım nedeniyle bu kadar etkilenmiş olabilirim ama genel anlamda King' in romanları beni apayrı bir hayal dünyasına götürmüştür her daim. Kendisinin bu kadar yakın takipçisi olduğumdan, ben de her King hayranı gibi Kara Kule serisini okumayı istiyordum. Sonunda kitapçıya gittim ve ilk kitabını aldım. Kitabın önsözünde anlattıkları beni kitaba başlamak için iyice heyecanlandırdı, zira Kara Kule' den bahsederken gerçekten yaptığı en iyi iş olduğunun altını çiziyordu. Kolay değil 30 küsür yılda yazılmış bir seriden bahsediyoruz. Hayatındaki en büyük korkularından biri bu seriyi bitiremeden ölmekmiş. Hatta geçirdiği o meşhur trafik kazasından sonra hep bunu düşünmüş. Aynı düşünceyi yazarın ve bu serinin sıkı takipçileri de yaşamış. Ölüm döşeğinde olan ve Kara Kule serisini okuyan biri kendisine bir mektup yazıyor ve serinin sonunu okuyamadan ölmek istemediğini mümkünse kitabın sonunu kafasında nasıl canlandırdığı ile ilgili sadece kendisine gönderilmek üzere bir mektup yazmasını rica ediyor. Neyse tabi bunları okuyunca heyecanım gitgide arttı ve kitaba başladım, ancak Stephen King' den beklenmeyecek düzeyde ağır bir ingilizce sıfat bombardımanı ile karşılaştım. Aslında önsözünde kendisi de bundan bahsediyordu. Serinin bu ilk kitabında King' in gençlik döneminin ve yazarlık deneyiminin etkisiyle uzun ve bol sıfat ve tamlamalar içeren cümleler yoğunluktaydı. Normalde basit bir ingilizce beklenir O'nun romanlarından ama bu kesinlikle öyle değil, ne kadar çok bilmediğim kelime olduğunu gördükçe moralim bozuldu ama yılmadım, yavaş yavaş ilerliyor, bakalım ingilizce başladık seriye, öyle devam ettirmeyi planlıyorum. Ortadünyada bir yolculuk bizimkisi, uzun bir süre alacak gibi. Uzun ama heyecanlı.
Digital SLR Handbook - John Freeman
Uzun zamandır Digital Fotoğrafçılığa merak sarmış durumdayım. Bu konuda kitaplar okuyorum, fotoğraf incelemeleri yapıyorum. Herhangi bir altyapım yok, ilk etapta internet ve kitaplar benim yardımcım, daha sonra gözlemler ve deney ile fotoğrafçılığımı geliştirmek istiyorum. Olmazsa olmaz bir SLR kamera da almış bulunmaktayım, zaten şu aralar şak şuk fotoğraf çekiyorum. Henüz bu işin çookkk başlarında olmakla beraber çevreme bakışım değişti diyebilirim, her objeye sanki vizörün arkasından bakıyormuşum gibi geliyor. Umarım ben de Enis Başaran ve Cem Vedat Işık arkadaşlarım gibi güzel resimler çekmeye başlayabilirim yakın zamanda. Bu amaçla geçenlerde kütüphaneden bu kitabı aldım, tam benim gibi amatörler için yazılmış bu el kitabı teknik detayları açıklıyor ve değişik örneklerle konunun oturmasına yardımcı oluyor. Heyecanla bu kitabı okuyorum bu aralar.
Execution - The Discipline of Getting Things Done- Larry Bossidy & Ram Charan
Amerika' daki yöneticimden geçenlerde süper bir öneri geldi. Şirket içerisinde bir kitap kulübü kurmaya karar verdik. Üç ayda bir kitap okunacak ve her Cuma öğleden sonraları kitabın ilgili bölümleri ile ilgili tartışma toplantıları düzenlenecek. İlk kitabımız "Execution" "İş Yaptırabilme Disiplini". Ben de bu kitap ile ilgili Amsterdam grubunun takım lideri oldum. Kitap kulübü fikrini çok yaratıcı buldum açıkçası. Şirketlerde bu tip açılımlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum, çalışanları birbirine bağlamak yanında, şirkete katkısı da yüksek, çünkü insanlar okuduklarını eyleme geçirebilecek ortamı da buluyorlar. Kısaca kitaptan bahsetmek gerekirse, büyük firmalara danışmanlık yapan iki yöneticinin kişisel deneyimleri ve gözlemleri aktarılıyor. Bizzat şahit oldukları örnek olaylar ile "İşlerin Yöneticiler tarafından nasıl yaptırılabileceğini" anlatan bir kitap. Yöneticilere ve yönetici adaylarına tavsiye ederim, zira geçmiş deneyimlerimden de biliyorum işlerin nasıl yaptırılaMAyacağı konusunda uzman bir çok yönetici olduğunu biliyorum. "Execution" Proje Yönetimi aşamasında gözden kaçan çok önemli bir olgu. Özetle; Şirketlerin stratejileri belirlenir, bu stratejileri gerçekleştirecek operasyonlar ve operasyonlar için ÖLÇÜLEBİLİR sorumluluklar tanımlanıp, doğru kişilere atama yapılır, sonra da sürekli takip ile mutlak sonuç elde edilir.
Kitaptan bağımsız olarak benim şahsi gözlemim 3 tip şirket olduğu, birinci tip şirkette çok iyi yöneticiler ama işi tam anlamıyla yapamayacak çalışanlar olması durumu, ikinci tip şirkette ise tam tersi kötü yöneticiler ve yöneticiden bağımsız işlerini doğru ve etkili olarak kendi başlarına yapabilecek çalışanların olması durumu, üçüncü tip ise hem yöneticilerin hem çalışanların yüksek kapasiteli olduğu durum. Hem yöneticilerin hem çalışanların kötü olduğu durumları kategori dışı tuttum zira bu tip şirketlerin uzun soluklu olamayacağı ortada. Tabi ideal durum üçüncü tip, ancak sanılanın aksine bu tip şirketler kesinlikle büyük şirketler değil. Tam tersi çoğunlukla küçük ölçekli şirketlerde bu duruma şahit olabiliriz, çünkü bu tip şirketler işleri yapabilecek çevikliğe sahipler. Türkiye' de çoğunlukla ikinci tip durum ile karşılaşıyoruz. Çünkü çalışan kesim işlerini iyi yapacak olanaklara sahip oluyorlar ama yönetici yetiştirme programlarından yoksun bu çalışanlar zaman içerisinde yöneticiliğe yükseldiklerinde eski alışkanlıklarını devam ettirip "İşleri yaptırmak" görevini gözardı ediyorlar, bütünü gözden kaçırıp parçalarla uğraşmaya devam ediyorlar. Neyse konuyu dağıttım, tekrar kitaplarıma dönüyorum.
Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü
Tezer Özlü, nam-ı diğer Türk Edebiyatının Gamlı Prensesi, keşke daha çok eser bırakabilecek uzunlukta bir ömrü olsaydı. Şimdilerde en önemli eserlerinden biri belki de en önemlisi olan Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı ince kitabının sayfalarında kaybolmaktayım. Kendisi hakkında daha evvel yazdığım yazıya burada atıfta bulunarak, bu muhteşem eseri hakkında çok fazla şey yazmadan kitabından bir iki alıntıyla sizlere gamlı prensesimizi tanımanızı tavsiye ediyorum. Elbette Tezer Özlü okurken benim yaptığım gibi yanında başka kitaplar da okursanız gerçek hayata dönmeniz kolaylaşabilir.
"şimdi kent merkezinde yüksek bir yapının ikinci katında oturuyorum. buranın mı, Türkiye' nin mi daha karmaşık olduğunu düşünüyorum. Hemen hemen aynı karmaşıklık. Önümde gene bir zafer anıtı. Bir ülkenin zaferi, diğer ülkenin yenilgisi. Zaferler de yenilgiler de insan ölüleri üzerinden geçiyor."Evet işte böyle bugün konumuz kitaplardı, bu konu sıcaklığını korurken bir sonraki yazımın Amsterdam kütüphanesi ile ilgili olmasını planlıyorum. Kısa sürede görüşmek üzere. Bol okumalı günler.
Yollarda. Okurken. Pencereden caddelere bakarken. Giyinirken. Soyunurken. Herhangi bir kahvenin içinde oturan insanlara gelişigüzel bakarken. Hiç bir şey aramazken. Herhangi bir kahvede oturan insanları görmezken, başka olgular düşünürken. Yosun kokusunu yeniden duymaya çalışırken, bir kavşakta karşıdan karşıya geçerken, arabalar dünyasında yaşadığını son anda algılarken, büyük bir bulvarın tüm kahvelerinde oturanlardan hiç birini tanımazken, bir mağazadan gelişigüzel yiyecek seçerken, ya da bir satıcıdan herhangi bir malı isterken, aynı anda özlem ve yalnızlıkları düşünürken, gidenleri, gelenleri, bölünenleri, ölenleri, doğanları, büyüyenleri, yaşamak isteyenleri, yaşamak istemeyenleri özlerken, severken, sevilirken, sevişirken, hep yalnız değil miyiz?
Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanına ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.
İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması.