"I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well." - "Eğer bir başkasını daha iyi tanıyor olsaydım, kendimden bahsetmezdim." - Henry David Thoreau

Cuma, Ocak 30, 2009

Madalyonun Tersi - 1

Ayda iki defa buraya birşeyler yazmaya çaba gösteriyorum. Aslında yazacak, anlatacak çok konu birikti ama sürekli buraya yazı yazarak, anlatmaya çalıştıklarımın gölgede kalmasını istemiyorum. Çünkü satır aralarında verdiğim mesajların gerçekten önemli olduğuna inanıyorum. Eğer yazdıklarımı okuyup, değerlendiren, sorgulayan birileri varsa ne mutlu bana. Amacım insanların düşüncelerini değiştirmek değil, sadece sahip olunan düşüncelerin ne derece göreceli olduğunu göstermek. Körü körüne inanmanın önüne geçmek. "Neden" sorusunu her zaman sormayı sağlayabilmek. O zaman inandığınız düşünceyi tam anlamıyla sahiplenebilirsiniz. 1500 lü yıllarda yaşadığınızı düşünün, dünyanın dönmediğini düşünüyorsunuz ama biri size ısrarla döndüğünü ispatlamaya çalışıyor. Evet 500 yıl geçmiş üzerinden ama emin olun dünyanın dönmesine benzer açıklıkta olan o kadar çok gerçeğe gözlerimiz kapalı ki, inanılmaz.

Kalıplaşmış düşünceleri sorgulamadan almak, benimsemek en kolayıdır. Amerika zaten keşfedilmiştir, bir daha araştırmaya gerek yoktur diye düşünen toplumlar başkalarının keşifleri ile yollarına devam etmekten öteye gidemiyorlar. Tabi sorgulamak bir çok düşüncenin temel düşmanı olarak kabul edilebilir ama sorgulamamak da yıkanmış beyinlere gebe bırakır. Merak etmeyin satır aralarında bir yerlere göndermeler yapmıyorum, söylemek istediklerimi pat diye söyleyeceğim yeri gelince. Şunu görmemiz gerekiyor, dünya değişiyor, gerçekten değişiyor ve ne yazıkki bunu göremeyen, görmek istemeyen o kadar çok insan var ki. Onlara statükolarıyla birlikte mutlu olmalarını dilemekten öte elimden birşey gelmiyor. Aslında dünya her zaman değişiyordu. Yaşımıza uygun konuşursak 60 lı yıllarda, 80 li yıllarda değiştik, 2000 lerin başında değiştik, ama bu defa farklı birşeyler var bu değişimde. Herkes bilgiye kolay erişebildiği için değişim çok hızlı yayılıyor. İyi veya kötü yorumlayamıyorum şu an ama hazırlıklı olun, eskiden olduğu gibi hayat kendi akışında gitmiyor, hayatın akışı değiştiriliyor. Komplo teorileri üretmiyorum kafanızı bulandırmak da istemiyorum ama Türkiye' nin bu değişime uzak kalmasından endişe ediyorum. Ve doğru anlamda kendimizi değiştirmezsek, filmin sonunu çabucak göreceğimizi düşünüyorum.

Yazının başlığından da anlayacağınız üzere bir yazı dizisi (sorumluluğu büyük bir laf oldu ama daha iyi bir tanımlama bulamadım) ile bazı farklılıkları burada yansıtmayı amaçlıyorum. Biraz beyin fırtınası yapalım hep beraber. Elbette bu yazı uzun bir döneme yayılacak. Kaç yılda biter artık zaman gösterir. Biraz ekonomi, biraz doğa, biraz felsefe, az ama çok az politika ve din, yoğunlukla sistem eleştirisi, ve güzel, huzurlu bir dünya için tavsiyeler. Şimdi ısınma turu olarak, ve de nelerden bahsedeceğim ile ilgili ipucu olması açısından aşağıdaki soruları ortaya atıyorum. Üzerinde biraz düşünelim, soruların büyük bölümünün zaten bir cevabı yok sadece kendi kendinize bir kez daha sormanız ve düşünmeniz için buradalar. Soruların bazılarının cevapları elbette kişiden kişiye değişecek. Bazı sorular ise size çok saçma gelebilir ama emin olun bir altyapısı var.

  • Neden varız? Hayattaki amacımız ne?
  • Küçükken düşünürdüm, herkes araba alıyor, sonra arabalarını satıp, yeni araba alınıyor, sonra çocuklar büyüyor, araba alıyorlar, bir günde satılan araba sayısı ile hurdaya çıkan araba sayısı arasında büyük fark olmalı, peki bu kadar çok araba nasıl satılabiliyor? Bunun bir sonu olacak mı? Yani düşünün dünya nüfusu 100 kişi herkesin 2 arabası olsa siz 200 araba satmışınız, sonra? Bunu cep telefonundan, elbiseye çeşitli objeler için düşünün.
  • Dünyada nesli tükenmekte olan bir çok tür var, doğal yaşamlarının yok edilmesi, avlanma vs dolayısı ile türleri tehlikede. Peki o kadar çok inek, tavuk, koyun tüketiyor olmamıza rağmen neden onların nesilleri tükenmiyor? (He he çok akıllısın tabi hemen cevabı buldun, ama asıl soru verdiğin cevapta, şimdi verdiğin cevaba "Neden" ve "Nasıl" soru takılarını ekle.)
  • Kapitalizm, komünizm, sosyalizm . . . Peki daha iyi bir sistem var mı ya da mümkün mü?
  • Kaçmayan kadın çorabı üretmek mümkün mü?
  • Ya herşey yalan ise, gerçekten bir matrix te yaşıyorsak!?
  • İnekler ömürleri boyunca her istenildiğinde süt verebilir mi?
  • İlk insanı düşünün ateş yok, mızrak yok, pençelerin yok, hayvan derisini parçalayacak dişlerin yok, sindirim sistemin et yemeğe uygun değil, peki o zaman ilk nasıl başladık et yemeye?
  • Dünya nüfusu hergün artıyor, bu dünya bize ne kadar daha yetecek?
  • 3 önemli din, 3 ü de birbirini kabul ediyor, peki neden hepsi sadece kendinden olanı cennete davet ediyor?
  • İnsan istediği herşeye sahip olabilir mi? Olursa bir sonraki aşama nedir? Ya da başka bir ifade ile insanın doyuma ulaşması mümkün müdür?
  • Dünyayı kim/kimler yönetiyor? (Cevap Amerika değil!)
  • Milyon dolarlara hükmedebilmek mi, Alaska' da medeniyetten uzak yaşamak mı?
  • Teknoloji insanı köleleştirebilir mi?
  • İnsan nefreti, öfkeyi, yalanı nasıl öğrendi?
  • . . .

Tekrar etmekte fayda görüyorum, yazacaklarım tamamen benim görüşüm olup, yaşadıklarımın okuduklarımın, bazı felsefi düşüncelerin, sorgularımın eseridir. Tek bir doğru yoktur sadece bakış açısı vardır. Hepimiz düşüncelerimizde özgür olmalıyız ve unutmayın özgürlüğe atılan ilk adım, bireyin yaşamı boyunca kendisine dayatılan değerlere karşı çıkarak amaçlarını özgürce seçmesi ile başlar.


yıllardır sürüp giden bir pay kapma çabası
topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası
bazan durur bakarım bu ibret tablosuna
kimi tatlı peşinde, kimininse tuzu yok
. . .
barış der her bir yanım altın, gümüş, taş olsa
dalkavuklar etrafımda el pençe divan dursa
sapa, kulba, kaba itibar etme dostum
içi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
içi boş insanların bu dünyada yeri yok.
...
buyurun dostlar buyurun
halil ibrahim sofrasına

Read more...

Perşembe, Ocak 22, 2009

Maske

Türkiye' de iken televizyonda yayımlanmaya başladığında, şöyle 1-2 bölümüne bakıp, geçivermiştim Dexter' ı. Kötü insanları öldüren bir katil. Her bölümde yeni bir konu anlatıldığını düşünüyordum. Hollanda' ya geldikten sonra bir ara can sıkıntısından Dexter' ın ilk sezonunu izlemeye başladım. Bir kez daha önyargılı olmamak gerekliliğini kavradım. Dexter, şu ana kadar izlediğim en güzel dizi. Bazı arkadaşlarıma tavsiye ettiğimde Lost ve Heroes ile kıyaslamamı istiyorlar, gerek dahi duymuyorum. Bir numara Dexter. İlk iki sezonunu 2 kere izledim. Komedi dizileri dışında hiç bir diziyi iki kere izlediğimi, izleyeceğimi düşünmüyorum. Düşünsenize Lost' u bir kez daha izleyebilir misiniz? Aman aman uzak dursun.

Bir dizide karakterler bu kadar mı güzel işlenir? Bu kadar mı uygun insanlar seçilebilir? Sanki gerçek hayatlarını oynuyorlar. Dexter bir katil ama emin olun kendinizden çok şey bulacaksınız. Özellikle 2. sezonda iç hesaplaşmalarını o kadar güzel yansıtmış ki, ben bile bazı yerlerde kendimi sorgular oldum. Sizin de toplum içinde arkasına saklandığınız bir maskeniz var mı?

İzlerseniz farkedeceksiniz ironiler üzerine kurulu bir dizi. Size süprizler vaad etmiyor, sağ gösterip sol vurmuyor. Anlatmak istediğini karakterler ve tezat olaylar ile çok güzel aktarıyor. Karakterler demişken, Debra' nın konuşmalarına hasta olmamak mümkün değil. Angel Batista adı gibi melek, hatta Dexter bir konuşmasında şu harika cümleyi söylediğinde "gerçekten de öyle" dedim içimden.

"Angel, if I could chose a person, a real person, to be like, out of anyone, It would be you"
İkinci sezonda Dexter ile süper ingiliz aksanlı Lila (bu kadar mı güzel "Alone" denir be Lila!?) nın tanışması da Fight Club a bir saygı duruşu gibiydi. Herşeyiyle dört dörtlük bir dizi, imkanınız varsa kaçırmayın, ama mutlaka baştan itibaren izleyin. Maskesiz günler.

Read more...

Cuma, Ocak 02, 2009

Buz, Ateş, Anouk ve 2009

Hava bir kaç gündür buz gibi. Ama gerçekten buz gibi. Barış evimizin önündeki nehir(cik) in donduğunu ve üzerinde buz pateni yapan çocuklar olduğunu söylediğinde inanmakta güçlük çektim önce. Camdan bakınca gerçekten çocukların buz pateni yaptıklarına şahit oldum. Daha sonra biz de dışarı çıktık ve su üzerinde yürüdük. Aha bu yandaki fotoğraf inanmayanlar için, su üzerinde yürüdüğümün kapı gibi belgesi.

Hollanda' da buz pateni hayatın bir parçası, herkesin evinde buz patenleri var, yazın bile sokakta buz pateni yapan insanlara rastlayabilirsiniz. Evet yazın bile, özel buz pistleri yapıyorlar, çoluk çocuk patenleriyle kayıyor ve ben de imrenerek bakıyorum. Ankara' da yaşarken, Emek' teki buz pistine giderdik bazen Barış ile. Çok eğlenirdik. Eğer Ankara' da yaşayıp hala oraya gitmemiş olanınız varsa ve bu yazıları okuyorsa ilk fırsatta ne yapacağını artık biliyor. Neyse buz pateni yaparken epey bir düşmüşlüğüm vardır. İlk 5 dakika zaten kaymanın imkansız olduğunu düşünüyorsun ancak zamanla bir ritm yakalıyorsun ve yavaş yavaş kaymaya başlıyorsun, bir iki düşmenin ardından hala pes etmemişsen çok zevkli bir spor. Teknokentte çalıştığım sırada bir gün Barış Gençay ve Candaş Bozkurt' u da alıp gitmiştim bir öğlen. Hatırlıyorum Candaş' ın çok hoşuna gitmişti, Barış ise düşüp ayağını burktuğu için bayağı bir söylenmişti ama eminim ikisi de iyiki gitmişiz diyorlardır şimdi, di mi? Neyse, duyduğuma göre burada eğer 11 şehri birbirine bağlayan nehir tamamen donarsa, 11 şehir buz pateni yarışı yapılıyormuş. Herkes nehir üzerinde patenleriyle yarışıyormuş, inanılır gibi değil ama öyle. Harika bir şey. Biz Türkiye' de hala sadece Futbol ile ilgilenelim. Futbol konusunda Cruyff lar, Van Basten ler, Koeman lar yetiştirmiş bu ülkede Bisiklet, Buz Pateni, Golf, Tennis, Voleybol da oldukça popüler. 16 milyon nüfuslu ülkede 700,000 den fazla kişi Tenis Federasyonu, 160,000 i aşkın kişi ise Buz Pateni federasyonu üyesi. 4,5 milyon kişi ülkedeki 35,000 spor klübünden birine üye ve 15 yaş üzeri her 3 kişiden 2 si her hafta bir spor aktivitesine katılıyor (Kaynak). Hadi bakalım siz hangi spor klüplerine üyesiniz ya da olacaksınız?

2008 yılına Almanya' da abimlerin yanında girmiştik. Saat 12 de ortalık savaş alanı gibiydi, her yerde fişekler, bombalar patlamıştı. Bu sene Amsterdam da kutladık yılbaşını. Benzer bir durum burada da vardı, hatta daha da aşmışı. Burada bombalar sabahtan patlamaya başlamıştı, sanki savaş başlamış da haberimiz yokmuş gibi, her beş dakikada bir yerimizden fırlıyoruz, sağımız da solumuzda birşeyler patlıyor. Hava kararınca havai fişek gösterileri başladı, ne çeşitleri var anlatamam sizlere, insanlar kutu kutu patlayıcı ile gelmişler herkes birşeyler fırlatıyor bir kutu da 100 lük fişekler var sen sadece bir fitil ateşliyorsun sonra 10 dakika patlamaları seyrediyorsun. Ve 2009 a girdiğimiz dakika itibariyle gökyüzü aydınlandı. Bu gösteriler neticesinde Amsterdam ın hava sıcaklığı birkaç derece arttı sanıyorum, zira buzlar erimeye başladı. Elbette bu kadar ateşli geçen gecede itfaiyeler ve ambulanslar hiç boş durmadılar.

Amsterdam Dam meydanında binlerce insan vardı 2009' a girilirken ve podyumda Hollanda rock kraliçesi Anouk. Herkes çok seviyor O'nu. haksız da sayılmazlar, dinleyenleri nasıl coşturacağını biliyor. Anouk' u ben kendim dinleyerek keşfetmedim, uzun süre önce bizim Candaş bahsetmişti Anouk ve "Who's your momma" albümünden. İlk dinlediğimde de çok beğendiğimi söyleyemem ama sonra bir kaç şarkısı beni benden aldı. Dün bir de canlı izleyince sevdiğim sanatçılar arasında yerini aldı. Asla yerini tutamaz ama bana Janis Joplin' i hatırlatıyor. Özellikle "Nobody's Wife", "If I Go", "Modern World", "Michel", "Girl", "It's so hard" ve "Lost" parçalarını şiddetle tavsiye ediyorum.

Vee yeni bir yıla da böyle girdik, zaman akıp gidiyor işte.

Read more...