Daaaggg!
Evet biliyorum uzun zamandır yazamadım buraya, ama nedenlerim vardı, hep zaten bir nedenim olur ertelediklerim için. 8 Eylül itibariyle Amsterdam' da 1 yılım doldu. Ne çabuk geçti zaman, daha dün gibi hatırlıyorum buraya geldiğim günü, ne kadar heyecanlıydım, hayatımda yeni bir sayfa açılıyordu. Şimdi bu yazımda şöyle hızlıca geçen 1 yılın değerlendirmesini yapayım izninizle.
Öncelikle, iyi ki gelmişim. 1 yıl evveline dönünce, kafam çok karışıktı, kolay değil, koca bir 30 yılı geride bırakacaktım. Kariyer, arkadaşlar, aile hepsi geride kalacaktı. Yepyeni bir ülkeye, herşeyi yeni baştan kurmaya gidiyordum. Ama işte sahip olduklarımın, ayağıma pranga vurmasına izin veremezdim, yoksa burada bugüne kadar söylediklerimi inkar etmiş olurdum. Karar verildi ve Hollanda' ya gelindi. Sanıyorum çok şanslıydım, çünkü çok iyi bir firmaya ve harika bir ülkeye gelmiştim. Zaman bunun böyle olduğunu gösterdi ve önceden duyduğum tüm endişeler yerini rahatlamaya bıraktı. Hiçbir adaptasyon sorunu çekmedim. Elbette Barış' ın da yanımda olması bunda önemli bir rol oynadı.
Eğer yurtdışında çalışmaya, yaşamaya gitmek gibi bir düşünceniz varsa kesinlikle Hollanda' yı öneririm sizlere. Havası dışında herşey harika. Burada en çok neleri seviyorsun derseniz, şöyle bir sıralama yapayım sizlere;
En önce Hollanda insanı geliyor, inanılmaz tatlılar, hepsi harika insanlar, fevkalade hoşgörülüler, sürekli gülümsüyorlar, yaşamayı, hayatı seviyorlar. Bakın bu yazdıklarımı gerçekten abartmıyorum, bazen gözümden yaş gelecek gibi oluyor bu adamlarla konuşurken, şimdi gidip şunun boynuna sarılsam diye geçiyor içimden. Bu kadar mı pozitif olunur yaw. Mesela trende bilet kesen görevli, işini ne kadar severek yapıyor, herkesle tek tek ilgileniyor, gülümsüyor, insanlarla konuşuyor, sen ingilizce cevap verince hemen ingilizce konuşmaya başlıyor. O böyle mutlu olunca, bu sana da yansıyor elbette. Yani mutlu olmanın bir sırrı da bu, mutlu insanlarla beraber olacaksın. Irkçılık var mı diye sorarsanız, olmadığını rahatlıkla söylerim, hatta bu konuda çok dikkatliler. İlk geldiğimizde Barış, ben ve danışmanımızla bankaya hesap açtırmaya gittiğimizde, bizimle ilgilenen bankacı kızın adının Funda olduğunu gördüğümde danışmanıma "Bizimle ilgilenen kız sanırım bizim gibi Türk", dediğimde "Burada insanlara milliyetleriyle hitap etmememiz gerek, bu ayrımcılık olarak nitelendirilebilir" cevabını alınca biraz utanmıştım. Tabi bu ırkçılık konusunu da biraz açmak lazım, mesela "Türkiye' de ırkçılık var mı?" diye sorulsa hepimiz hiç düşünmeden HAYIRRR cevabını veririz sanki ırkçılık sadece Amerika da beyazların siyahlara karşı yaptığı birşeymiş gibi. Halbuki şimdi burada rastgele sıralayacağım kelimelerin kafanızda canlandırdıklarını bir tartın bakalım ve "Türkiye' de ırkçılık var mı?" yerine "ben ayrımcı biri olabilir miyim acaba?" diye sorun.
Türkler, Engelliler, Kadınlar, Aleviler, Sunniler, Erkekler, Eşcinseller, Araplar, Amerikalılar, Almanlar, Yaşlılar, Yunanlılar, Fransızlar, Lazlar, Hastalar, Çerkezler, Ermeniler, Ruslar, Afganlar, Hintliler, Kürtler, Rumlar, Laikler, İslamcılar, Yahudiler, Ateistler, Metalciler, Çingeneler, Sarışınlar, Matematikçiler, Edebiyatçılar, Futbolcular, Mankenler, Solcular, Sağcılar, Kapitalistler, Sosyalistler, Koministler, Alttakiler, Üsttekiler, Vejeteryanlar, Hayvan Severler, Hancılar, Hamamcılar, . . . Halbuki hepimiz sadece insanız.
İkinci olarak kesinlikle özgürlüğünü seviyorum. Bir çok entellektüel arkadaşım dahi buraya geldiğinde buradaki özgürlüğü abartılı bulmuştu. Ama ben böyle düşünmüyorum, çünkü Hollanda' da yaşayınca bunu daha iyi anladığıma inanıyorum. Bir çok ülkede hatta gelişmiş ülkelerde buradaki liberal bakışı oluşturmak mümkün değil. Çünkü iyi ile kötüyü ayıredebilecek mekanizmayı, farklı yaşam tarzlarına olan hoşgörüsel yaklaşımı yakalayamamışlar. Ama Hollanda çok farklı, belki de çok çeşit yabancı milletin bir arada yaşayabilmesinden kaynaklı, belki küçüklüklerinden beri verilen eğitimden bilemiyorum, ama kesinlikle çok seviyorum. İngiltere'de de yaşadım bir süre, orası medeniyetin beşiği diye geçiyor ama katedecekleri çok yol var. Orada özgürlük bir kenara, şehir içerisinde her sokak başına koydukları CCTV kameraları olmasa, ülkede kaos olur iddiasındayım. Yani şimdi mesela Hollanda' da "hafif" uyuşturucu kullanımı serbest, ve uyuşturucu kullanımı dolayısı ile yaşanan problem çok az ama bu serbestliği İngiltere de, Türkiye de veya başka bir yerde yapamazsın. Bir çok Hollandalıya soruyorum hiç Coffee Shop (hafif uyuşturucu kullanımının serbest olduğu, ama alkol satışının olmadığı mekanlar) a gittiniz mi diye? Aldığım cevap, "evet o tip yerlere 18-19 yaşında deneyip, görmek ve bir daha yapmamak için gidiyoruz" oluyor. Eşcinsellik konusu da benzer şekilde ele alınıyor. Toplumun bir parçası, bizden birileri, bazen vergi dairesindeki bir memur, bazen çalışma arkadaşınız. Hepimiz birer birey olarak beraber yaşıyoruz. Bırakın eşcinselliği, kadın olduğu için işe alınmayan vatandaşlarımızın olduğunu bilmek üzüntü veriyor elbette. Burada Hollandalı bir yazardan alıntı yapmam gerekiyor;
If a more liberal attitude paired with good counseling and education can diminish a bad thing, we do it; so with our liberal abortion law, we perform less abortions than any other country; our liberal drugs policy results in less junkies, drug deaths and other damage than any of the more protesting countries, and so on.
Bisikletli yaşamı seviyorum. Eğer bisikletim olmasa ne yapardım diye düşüneceğim aklıma gelmezdi. Burada böyle, hiç yokuş olmayan bir ülkede yaşayınca, en iyi ulaşım aracı bisikletiniz oluyor. Hem çevreye zararınız dokunmuyor hem de tüm yollarda öncelikli geçiş hakkınız ve kendinize ait yolunuz var. Bisikleti ulaşım aracı yanında taşıma aracı olarak da kullanabiliyorsunuz, önünde ve arkasında bebelerini taşıyan insanlar, özel bölmelerde büyük yük eşyaları taşıyanlar, kedilerini, köpeklerini bisikletle gezmeye çıkaranlar vs. Bazen haftasonları 7-8 saat bisiklet sürdüğümüz oluyor ve hiç yorulmuyoruz, inanabiliyor musunuz? Şehrin dışına çıkıyoruz bisikletlerimizle, yol boyunca karşılaştığımız keçileri, inekleri, atları, mandaları besleye besleye geziyoruz.
Yeşilini seviyorum buranın. Heryer yemyeşil, eee bu kadar yağmur ben alsam ben de yeşil olurum herhalde. Şehrin içinde orman var (Amsterdam BOS), aradabir oraya gidiyoruz, şehrin gürültüsünden uzak, doğayla başbaşa, kafa dinliyoruz.
Say say bitmez Hollandayı sevme nedenlerim. Bu konuyu belki başka bir zaman daha derinlemesine incelerim. Ben son 1 yılımı anlatmaya devam edeyim sizlere. İşyerim ile 1 yıllık kontrat yapıp buraya gelmiştim. İlk 6 ay buraları tanırız, işe alışırım falan ona göre kalip kalmayacağımıza karar veririz diye düşünüyordum. Baktık herşey beklediğimizden iyi gidiyor, ee buraları da sevdik madem o zaman uzun dönemli plan yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Derken işyerinde de iyi bir çevre edindim, Hollanda Oracle camiasında da tanınır hale geldik, ve Mayıs ayında "Permenant - Daimi" pozisyona geçtim. Artık uzun dönemli planlarımı daha gerçekçi olarak düşünebilme zamanı gelmişti. Elbette yarının ne göstereceği bilinmez ama biz bugünümüzü düşünerek yarına hazırlanalım dedik ve Dutch öğrenmeye başladık. Ehh fena gitmiyor diyelim, konuşma ve yazmayı öğrenmenin imkansıza yakın olduğunu söyleyeyim ama okuma ve dinleme gayet başarılı diyerek böbürleneyim.
1 yılımızı bitirmemize az bir zaman kala yine uzun uzun düşünerek buradaki her hollanda vatandaşının ve uzun süre kalmayı kafasına koyan her expat ın yaptığı gibi Mortgage olayına da girelim dedik. Epey bir araştırdıktan sonra, yine ilk bakışta aşık olduğumuz bir evde karar kıldık ve işyerime 5 dakika mesafede Amsterdam'a yarım saatlik uzaklıkta Amstelveen' de şirin, güzel bir eve taşındık. Uzun zamandır neden yazı yazamadığımı böylelikle açıklığa kavuşturmuş oldum. Kiraya verdiğim paranın aynısını hatta daha azını vererek bir ev (ya da borç) sahibi olmuş oldum. Tabi Türkiye tarafından bakıldığında çok önemli bir iş yapmış gibi görünebilirim ama gözünüzde büyütmeyin, zira burada uzun süre kalmayı düşünen herkesin mutlaka yaptığı bir iş. Devlet insanları ev sahibi almaya teşvik ediyor. Düşünün verdiğim kira ile aynı miktarı vereceğim. Şu kriz döneminde mortgage falan biraz korkutucu gözükse de yeni evimize Ekim başı itibariyle taşındığımızı buradan sevenlerimize duyuralım, bekleriz. Yakında bloguma evin resimlerini koymaya çalışacağım, ama ev ile ilgili olarak, hep hayalini kurduğum ufak bir bahçesi olduğunu hatta bahçesinde elma ağaçları bulunduğu bilgisini vereyim. Taşınmadan evvel evin bir kısmını Barış ile beraber boyadık, bayağı bir eğlendik. Hele tam anlamıyla bir yerleşelim kalan kısımları da boyayacağız, yavaş yavaş herşey yoluna oturacak zamanla.
Bu yazı biraz uzadı, daha anlatacak konularım var ama ana başlıkları verdim sayılır, resimden de anlaşılacağı üzere şu aralar yorgun ama keyfi yerinde bir Tekin olarak karşınızdayım.
3 comments:
Guzel insanlarda guzel haberler almak cok guzel ;-)
Yani eviniz hayırlı olsun, güle güle oturun.. artık gelmek farz olmuş, inşallah 2009 içinde ya Hüseyin'le ya Candaş'la gelmeyi başarırım :)
Yeni eviniz hayirli ve ugurlu olsun,güle güle oturursunuz insallah.En iyisini ve güzelini yapmissiniz hic korkmayin"BORC YIGIDIN KAMCISIYMIS"derler!Tüm güzellikler sizin olsun sevgilerimiz ile Sumru-Senol ve minik Furkan Rusen Van...
Yorum Gönder