"I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well." - "Eğer bir başkasını daha iyi tanıyor olsaydım, kendimden bahsetmezdim." - Henry David Thoreau

Pazartesi, Ocak 28, 2008

Gecikmiş bir yılbaşı yazısı

Son üç yıldır yılbaşını Almanya' da abimlerin yanında geçirmeyi planlıyorduk, kısmet bu seneyeymiş. Avrupa'da yaşayınca demek işler daha kolay oluyor, uçağı ayarlayalım, vize alalım, plan yapalım derdi yok. Atladık trene, 4 saat sonra abimlerdeyiz. Sağolsun Çetin abim bizi karşıladı, neredeyse 2 hafta boyunca da misafir etti. Şimdi sıra onlarda bakalım ne zaman buraya gelecekler?

Bilmeyenler için kısa bir özet geçmek gerekirse, 2 abim var biri Çetin diğeri Coşkun ikisi de yıllardır Almanya'da hatta aynı mahallede yaşıyorlar evliler ve sayelerinde şu ana kadar 3 tane birbirinden şeker 3 yeğenim var. Onların da isimlerini zikredelim burada; Ezgi, ilk gözağrımız şimdi güzel bir genç kız oldu, inşallah amcası gibi üniversite de okuyacak. Sonra Deniz yakışıklı yeğen, ama kabul Menteş ailesinin en yaramazı kendisi, sanıyorum en zekisi de o olacak bu yaramazlıkla ve aileye en son katılan yeğen Marsell, valla nazar deymesin ama ben bu kadar tatlı, akıllı bir çocuk görmedim evlere şenlik. Bu yazıyı şu an Hollanda' dan yazıyorum ve Marsell'i çok özlediğimi de eklemeliyim. Keşke kaçırıp gelseydik. Yeğenler abiler falan derken gelin ablalarımızı da unutmayalım. Yeter ve Ania ya da bir sürü zahmet verdik. Ama en nihayetinde hepimiz beraberdik, güzel bir yılbaşı geçirdik eski günlerden konuştuk, film seyrettik, havai fişek patlattık, poker oynadık, eğlendik güldük. Barış da benim abi tarafımla ilk defa tanışmış oldu böylelikle. Herşey çok güzeldi yani.

Abimlein evleri birbirlerine çok yakın, 5 dakika yürüme mesafesinde. Böylece hep beraberdik 2 hafta boyunca. Kaldığımız yer Hirschhorn (Geyikboynuzu) isimli bir yer, ormanın içinde yerleşik bir yer inanılmaz güzel bir doğaya sahip, orman, nehir, geyikler ve biz. İnanılmaz beğendim. Hele bir de kar yağınca inanılmaz güzel oldu. Bembeyaz ağaçlar, tertemiz hava insan daha ne ister. Aslında bu abimlerin yanına 2. gidişim, daha önce de Hollanda' ya iş görüşmesine geldiğimde yine trene atlayıp haftasonu ziyaretine gelmiştim buraya. O zaman bahar mevsimindeydi ve orman yine büyüleyiciydi.

Yılbaşı günü bir havaifişek fırlatma yarışı vardı ki orada olmanız gerek, sanki savaş çıkmıştı. Önce korktum açıkçası yani gözgözü görmüyordu ve her tarafta bomba sesleri. Sonra ufacık çocukların bile gidip füze attıklarını görünce cesaretlendim ben de katıldım cumbüşe. Daha önce hiç havai fişek atmamışım, bu eğlenceden mahrum kalmışım. Neyse geçte olsa acısını çıkarttım.

Almanya da ne yaptık, çoğunlukla aile hasreti giderdik diyebilirim. Onun dışında Heildelberg ve Mannheim'ı gezdik. Heildelberg çok güzel bir yer, tarihi bir dokusu var, üniversite şehri diye de geçiyor. Çok sayıda genç insan yaşıyor. Mannheim ise aslında Türklerin çoğunlukta olduğu bir yer, zaten Mannheim a girer girmez kendinizi Türkiye' de hissediyorsunuz. Burada bir akşam Türk lokantasına gidip Türk yemekleri ile olan hasretimizi dindirdik, işkembe çorbası içtik. Bir gün de hep beraber Çin lokantasına gittik. Yılbaşı gecesi babamları aradık, çok mutlu oldu hepimiz Almanya' da buluşmuştuk eminim bizimkiler gururlanmıştır. Aslında çok söze gerek yok resimler anlatsın yılbaşını sizlere.

Klasik yılbaşı dilekleriyle bitireyim yazımı.

2008 yılı benim için 2007 kadar güzel geçsin. 2008 hepimize sağlık getirsin. Ülkeme güzel günler göstersin (bunu söylediğim anda Türkiye' de geçen tartışmalara bakınca kahroluyorum, yeteri kadar derdimiz yokmuş gibi ne diye . . . neyse . . .), düşünen, yorumlayan, sorgulayan insanlarımızın çoğunlukta olduğu bir gelecek olur umarım.

Read more...

Pazar, Ocak 20, 2008

Hayata uyanmak

Bir film seyrettim, 1000 sayfalık felsefe kitabını damardan almış gibi oldum. "Fight Club" filminden beri bu denli hayatı sorguladığım bir film olmamıştı sanırım. "Waking Life" aslında tam da bir film sayılmaz bir animasyon ama önce gerçek oyuncularla çekilmiş sonra özel bir teknik kullanılarak animasyona dönüştürülmüş. Filmi izlerken bir kitap okuyormuşsunuz gibi geliyor. Size hayat hakkında çeşitli teorileri sunuyor ama nasıl diyeyim yani seyredince "tamam demek buymuş" diyeceğiniz türden değil. Sizi tamamiyle düşündürüyor, 10 dan fazla felsefi düşünce üzerine yoğunlaşıyorsunuz ama zevk alıyorsunuz merak etmeyin. Sunulan bilgileri alıp özümsemeniz beklenmiyor, hayat görüşünüze göre yorumlayıp bazı sonuçlar çıkartmanızı mümkün kılıyor. Nietzsche' ten de esintiler bulabileceğiniz bu filmi, aşağıdaki konuşmalar ilginizi çektiyse, kaçırmamanızı öneririm. Kesinlikle hayatını boş şeylerle geçirmek istemeyen herkesin bu felsefi oğreti niteligindeki filmi defalarca, icinde geçen her kelimeyi üzerinde düşünerek tekrar tekrar izlemesi gerek. Ama düşünmeye yönelik herhangi bir güdünüz olmayan bir insan tipiyseniz fotosentez yapmaya devam edin. (Aşağıdaki çeviriler çeşitli sitelerden derlenmiştir, filmin orijinal metnine ulaşmak için tıklayın)

“Hepimiz heba oluyoruz. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompaliyor, garsonluk yapiyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir acımız yok, ne büyük savaşı ne de büyük buhranı yaşadık. Bizim savaşımız ruhani bir savaş. Ve bunalımımız kendi hayatlarmız…!”

"bir keresinde bir arkadaşım şunu söylemişti: yapacağın en kötü hata, hayatın bekleme odasında gerçekten de uyuyorken, yaşadığını düşünmektir. Kurnazlık, senin uyanıkkenki akıl yeteneklerinle, düşlerindeki sonsuz olanakları birleştirmektir. Eğer bunu yapabilirsen herşeyi yapabilirsin. Hiç nefret ettiğin ve gerçekten de sıkı çalıştığın bir işin oldu mu? Uzun, sıkı bir çalışma günü. Sonunda evine gidersin yatarsın, gözlerini yumarsın ve birden kalkar ve farkına varırsın ki o gün boyu çalışma sadece bir rüyaymış. İçine uyandığın hayatı asgari ücrete satmak yeterince kötüyken, şimdi bir de rüyalarını bedavaya alırlar."



"Kendi yıkımını hazırlayan insan kendini yabancılaşmış, sapına kadar yalnız hisseder. Toplumun dışındadır. Kendi kendine şöyle der: "deliriyorum galiba". Anlamadığı şudur: toplum da tıpkı kendisi gibi büyük zarar ve felaketlerden karlı çıkar. Bu savaşlar, kıtlıklar, su baskınları ve depremler çok belirli gereksinimleri karşılarlar. insanlar kaos ister. Doğrusu buna geresinimleri de vardır. Durgunluklar, çatışmalar, halk hareketleri, cinayet, hepsi korkunç. ölüm ve yıkımın yarattığı bu karşı konulmaz orji durumunun içine çekilmişiz neredeyse. Hepsi içimizde. İçinde olmaktan zevk alıyoruz. Tabii ki medya tüm bunlara üzgün bir yüz takınır, bunu, onları büyük insan trajedileri kılıfına sokarak yapar. Ama hepimiz medyanın işlevini biliyoruz, dünyadaki kötülükleri yoketmeye çalışmaz, onun görevi bu kötülükleri kabul etmemizi ve onlarla birlikte yaşamamızı sağlamaktır. İktidarın bizden istediği edilgin gözlemciler olmamızdır. Kibritin var mı? (Bu sahnede o sırada üzerine benzin dökmektedir, sessizliğini kendini yakarak gösterme eğilimiyle) ve onlar bize başka bir seçenek vermezler. Arada sırada bütünüyle simgesel değerde bir katılım eylemi olan oy vermenin dışında tabii. Sağcı bir kukla mı yoksa solcu bir kukla mı olmak istersin? Galiba şimdi sosyopolitik ve bilimsel modellere ilişkin yetersizliklerimi ve hoşnutsuzluklarımı yansıtmanın tam sırası. Bırak duyulsun sessizliğim."

"Belediye binasıyla, ölüm ve vergilerle savaşamazsın. Politikadan ya da dinden bahsetme. Bu, güvenlik hattını ihlal eden düşman propagandasıyla eşdeğerdir. “Yere yat asker. Yere yat, asker.” 20. yüzyıl boyunca hep bunu gördük. Şimdi 21.yüzyıldayız… ayağa kalkma ve kendimizi bu fare labirentine sıkıştırdığımızı anlama zamanıdır. İnsanlıktan çıkmaya boyun eğmemeliyiz. Seni tanımam ama bu dünyada ne olduğuyla ilgileniyorum. Yapı ile ilgileniyorum. Denetleme sistemleriyle ilgileniyorum, hayatımı kontrol eden ve hep kontrol etmeye çalışacak olan. Özgürlük istiyorum! İstediğim bu! Senin de istemen gereken bu! Herbirimize ve hepimize bağlıdır koyverip gitmek, altetmek hırsı, nefreti, kıskançlığı ve tabii ki güvensizliği… çünkü bu bizi acınası ve küçük hissettiren temel bir denetleme mekanizmasıdır, böylece bağımsızlığımızdan, özgürlüğümüzden yazgımızdan isteyerek vazgeçeriz. Kitlesel bir biçimde koşullandırıldığımızı anlamalıyız. Meydan okumaya başla şu birleşik kölelik devletine! 21. yüzyıl yeni bir yüzyıl olacak, köleliğin yüzyılı olmayacak yalanların ve önemsizliğin, sınıf ayrımının, devletçiliğin ve diğer denetleme biçimlerinin yeni yüzyılı olmayacak. Saf ve doğru bir şey için ayağa kalkan… insanlığın çağı olacak. Liberal Demokratla, tutucu Cumhuriyetçi sadece çöp yığınıdır. Hepsi de seni denetlemek için. Bir paranın iki yüzü gibi. İki yönetici takımı denetim için çekişmekteler! Kölelik Anonim Şirketinin yönetim kadrosu için. Gerçek oralarda bir yerde önünde duruyor ama yalanlar büfesinde sergiliyorlar onu! Bundan sıkıldım. Artık yemiyorum, Anladınız mı? Direniş boşuna değil. Kazanacağız. İnsanlık yeterince iyi. Biz başarısızlar ordusu değiliz! Ayağa kalkacağız ve insan olacağız! Gerçek şeyler için, önemi olan şeyler için kendimizi ateşe atacağız: başeğmeyi reddeden yaratıcılık ve dinamik insan ruhu gibi şeyler için! Tamam. Bu kadar söyleyeceklerim! Şimdi sıra sizde!"

Read more...