"I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well." - "Eğer bir başkasını daha iyi tanıyor olsaydım, kendimden bahsetmezdim." - Henry David Thoreau

Cuma, Aralık 21, 2007

Evimdeyim

8 Eylül' de Hollanda' ya geldik ve otelimize yerleştik ama 2 ay içerisinde ev bulmamız gerekiyordu. Amsterdam'da ev bulmanın hem de uygun fiyata bir yer bulmanın ne kadar zor olduğunu buradakiler anlatmıştı. Üstelik geniş bir ev bulmak çok daha zordu. Hollanda küçük bir ülke, yaklaşık Konya kadar. O nedenle toprak çok değerli. Ayrıca küçük bir ülke olmasından dolayı Hollanda içerisinde bir misafiriniz olduğunda, mesafelerin kısalığı ve ulaşım kolaylığı nedeniyle yatıya kalan misafir pek olmuyor. Evler de o nedenle minyatür inşa edilmiş durumda.

Amsterdam gerçekten pahalı bir yer. Gülün dikeni yani. Otelde kaldığımız dönemde Barış ile taşınacağımız yeri düşündük. Den Haag (Lahey) yeni bir şehir ve Amsterdam' a göre çok daha ucuz bir yer. İşe de yaklaşık 1 saatlik bir mesafede. Ama açıkçası Amsterdam da yaşamak daha cazip geliyordu. Yani akşam dışarı çıktığında yaşayan bir şehirde olduğunu hissetmek apayrı birşey. İyi de evi bulmak kolay olacak mıydı? Burada gazete ilanıyla ev bulunmuyor. Mutlaka bir ajans (emlakçı) ile çalışman gerekiyor. Ajansın görevi sadece ev bulmak değil elbette, ev bulduktan sonra da evsahibi-kiracı arasındaki ilişkiyi ajans yönlendiriyor. Belli dönemlerde eve teftişe bile gelebiliyorlar, İngiltere' de kaldığım dönemde evimize sanırım 2 kere teftişe gelmişlerdi, teftiş sonu oluşturulan rapor evsahibine ve bize gönderiliyor garip bir sistem ama bence her iki taraf için de iyi. Evi tuttuğunda herşey rapor ediliyor ayrılırken de aynen bıraktığın gibi ayrılıyorsun. Bir hasar vermişsen yaptırmak zorundasın. Neyse özetle ev aramak için ajansın bize gönderdiği anketi (nasıl ve ne bütçede bir ev istediğimize dair) doldurduktan sonra ilk ev avımıza (House Hunt) Dutchhousing firmasından Collette ile çıktık. Collette bize 5 adet ev gösterecekti o gün elbette ki belirlediğimiz bütçenin üzerindeki evlerdi. Dediğim gibi Amsterdam da evler inanılmaz pahalı. O gün hayalimizdeki evi bulabileceğimizi hiç düşünmemiştim, hatta hayal kırıklığı ile otelimize döneceğime emindim. Ancak, Krammerstraat'taki evi görünce "ilk görüş, ilk aşk" vakası yaşandı. Üstelik hem Barış hem ben aynı anda aynı fikirdeydik, "bu evi tutmalıyız". Neyse sonuçta bir iki pazarlık girişiminin ardından hiç bir indirim alamadan :) Krammerstraat taki evimizi tuttuk, artık Amsterdam' da merkeze çok yakın, çok güzel bir sokakta, çok şirin bir evimiz vardı. Üstelik tipik ufak Hollanda evlerine nazaran büyük bir evdi, Türkiye'den (ya da başka yerlerden) gelebilecek misafirlerimiz için ek bir odamız daha var. Süper yani ama evi bir an önce tutmamız gerekiyordu. Türkiye' den ev eşyalarımızı getireceğimizi düşündüğümüzden boş bir ev (Unfurnished) kiralamıştık. Yani eşyaların gelmesini de beklememiz gerekecekti ki bu 3 hafta demekti. Neyse 1-2 hafta biraz zorluk çektik ama IKEA imdadımıza yetişti. En azından yatacak ve yemek yiyecek yerimiz vardı artık. Bu arada "Unfurnished" olarak kiralanmasına rağmen evde beyaz eşyaların bulunması Türkiye 'deki eşdeğerlerini satmamıza sebep oldu. Aslında iyi de oldu beyaz eşyaları değiştirme zamanı gelmişti, vesile oldu. Nihayetinde biraz sıkıntı çektik ama 8 Kasım sabahı eşyalarımız eve teslim edildi. Amsterdam' da ev taşıma sistemi biraz değişik, kapı kullanılmıyor, eşyalar direkt camdan asansör aracılığıyla eve taşınıyor. 2 gün işyerinden izin aldım cumartesi pazarı da katınca 4 günde eşyaların büyük kısmını yerleştirebildik. Yorulduk ama eğlendik. Yeni bir düzen kurmak çok rahatlatıcı birşey. Bazı kendini geliştirme ile ilgili kitaplarda da değişimin öneminden dem vururlar. "Hiç değilse çalışma masanızın yerini aradabir değiştirin çalışma iştahınızın artacağını göreceksiniz." Biz 2007 yılında çok şey değiştirdik, bu bize apayrı bir güç verdi. Bunu gerçekten hissediyorum. Hayatın rutinleşmesine izin vermemek gerek. Yoksa sizden bir beklenti kalmaz ve evrime kurban gidersiniz. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.

Eşyaların taşınma işini Türkiye'den Soyer (Tuzcuoğlu diye de biliniyor ama Tuzcuoğlu ismini kullanan çok firma var aldanmayın.) firmasına verdik, valla hiç kolay bir iş değil, Ankara' dan Amsterdam' a arada gümrük işleri, taşınma, toplanma, sigorta vs. Hiç uğraşılacak gibi değil. Aslında firmam taşınma masraflarını üstlenmemiş olsa eşyaları da belki getirmezdik, o durumda tek acıyacağım şey bırakacağımız kitaplar olurdu. Soyer her aşamada bize çok yardımcı oldu. Hatta taşınma sırasında kırılan infrared ısıtıcının sigortadan karşılığını da hiç geciktirmeden hesabıma yatırdılar. Buradan onlara bir kez daha teşekkür ediyorum, ve olur ya uluslararası taşımacılık ihtiyacınız olursa diye buradan herkese de bu firmayı öneriyorum.

Evet, Amsterdam' da artık başımızı sokacağımız sıcacık bir evimiz var,Barış' ımda yanımda, azıcık aşım, kaygısız başım, daha ne isteyeyim, çok şükür. Artık kendimizi buralı gibi hissetmeye başlayabiliriz :) Barış geçenlerde okuduğu bir kitaptan şöyle bir alıntı yaptı; Başka bir ülkeye yerleşince yaşanan kültür şoku aşağıdaki 3 faz ile özetleniyor;

  1. Turist fazı : Yeni bir ülkeye gelmenin heyecanı yaşanır, tüm farklılıklar göze hoş gelir, gezmeler, tozmalar ve iyi ki gelmişiz söylemleri.
  2. Bu ülkeden nefret ediyorum fazı : Zamanla bu farklılıklar sıkıcı gelmeye başlar, depresif ve sinirli bir hal alınır, yurda özlem başgösterir.
  3. Adaptasyon ve kabullenme fazı : Kendini yeni yaşamına adapte etmiş olmak ve tam anlamıyla evinde gibi hissetmek. Bu fazı anlamanın en iyi yolu, başka bir yere gezmeye gidince "Eve dönmek istiyorum" dediğinizde yerleştiğiniz ülkeyi kastetmektir.
Biz hangi safhada mıyız? Başlıktan anlamadınız mı?

Read more...

Pazar, Aralık 16, 2007

Death at a Funeral

We're all just thrown in here together in a world full of chaos and confusion.
A world full of questions and no answers.
With Death always lingering around the corner.
And we do our best.
We have to go for what you want in life,
Because we never know
How long we're gonna be here.
And whether we succeed or fail,
The most important thing is to have tried.
A parent can only drive you in the right direction.
In the end though,
We've got to run for ourselves.
We've to grow up ourselves.

Read more...

Cuma, Aralık 14, 2007

I know this bank from Turkey

İsmini ilk defa ne zaman duymuştum hatırlamıyorum ama çok büyük bir banka olduığunu düşünmüyordum. Nuri Şahin ile beraber yaklaşık 2 yıl önce ABN Amro Bankasına bir iş ziyaretinde bulunduğumuzda Türkiye' de tek şubesi olduğunu öğrenmiştim. O zamanlar kim ABN Amro da hesap açtırır ki diye düşünüyordum. Kaderin cilvesi işte hem Barış' ın hem benim şu an bu bankada hesabımız var. Hollanda' ya gelmemiz kesinleştiğinde bizim "relocation" işlemlerimiz ile ilgilenecek olan danışmanımız bize bu bankayı önerdi. Hollanda' da tek olmasa da en iyi ingilizce internet bankacılığı' na sahip banka olduğunu söyledi.

Danışmanımız Annabeth Hollanda' daki ilk günümüzde bürokratik işlemlerimzi yapmak için tüm gün oradan buraya sürüklemişti bizi. Sağolsun o olmasa ne çok işimiz olurdu diye düşünürken bizi ABN Amro merkezine getirdi. Burada hesap açılması ile ilgili tüm işlemleri hızlıca hallediverdik. Tesadüfe bakın ki bizimle ilgilenen bankacı kız bir Türk tü. Daha doğrusu Türk olduğunu yakasındaki isminden anladık ama bizimle hiç türkçe konuşmadı bizim de türk olduğumuzu bilmesine rağmen tek kelime etmedi, önce türkçe bilmiyor diye düşünmüştüm ancak soyadımızı söylerken ki telaffuzu basbayağı konuşabileceğini gösteriyordu. Annebeth' e bizimle ilgilenen bayanın Türk olabileceğini söylediğimizde de Hollanda'da insanların milliyetinin sorulmasının doğru olmadığını bunun ayrımcılığa girebileceğini bize söyledi, o günden beri kimseye milliyetini sormuyorum ama herkes bana soruyor, garip. Özetle Türkiye' den Hollanda' ya geldik, bankada işlemlerimizi bir Türk kızı yaptı ve sadece İngilizce konuştuk. Global dünya işte. Bu arada bankanın şubeleri sanki otel ya da kütüphane gibi çok hoşuma gidiyor.

ABN Amro : algemene bank nederland (abn) amsterdam-rotterdam (amro) bank

Read more...

Çarşamba, Aralık 12, 2007

Havuç ve yararları

Internet hızımız burada 20 kat daha hızlı olunca, film seyretmek de bir başka keyifli oluyor bu aralar. Bugün size 2 filmden bahsedeceğim. İki filmi de izlerken inanılmaz eğlendim. Sizlere de tavsiye ediyorum. Bu aralar çerez niyetine izleyeceğim filmlere ihtiyacım vardı bunlar ilaç gibi geldi.

Shoot 'Em Up
Eğlenceli, sıkmayan, çatışmanın hiç durmadığı ve aynen o hızla çabucak biten bir film. Sanatmış, konuymuş falan beklentileriniz olmasın. İnanılmaz eğlenceli, fantastik bir film olmuş. Benim için en sevdiğim aktörlerden Clive Owen ın başrolde olması filmi seyretmem için yeterli sebep. Bu adam inanılmaz iyi, zaman zaman söylüyorum burada da yenileyim, bizim Önder Gebizlioğlu kesinlikle Clive' in kopyalanmış hali.

Filmde ayrıca Monica Bellucci'nin de olması önemli bir etken ama yani bu film için oyunculuk falan çok önemli değil, neyin ne olduğunun da önemi yok yaw bir şey yazmak da gereksiz seyredin işte. Tüm sıkıntılarınızı unutursunuz 1,5 saat emin olun. Filmin şiddeti sevimli gösterdiği uyarısında da bulunmam gerekiyor burada.

Big Nothing
Alın size sıkıntılarınızı unutturacak bir eğlencelik daha. Gülme krizine soktu beni. Belki de filmi izlerken ki modumdan kaynaklanıyordur bilemiyorum ama çok eğlendim filmde. Kara mizah. Müziklerini de beğendim. Seyredin pişman olmazsınız.

Read more...

Pazar, Aralık 09, 2007

Mirandabad

Denize aşık bir İstanbullu olmama rağmen yüzmeyi çok sevmezdim eskiden, taa ki ODTÜ havuzu ile haşır neşir oluncaya kadar. Sanıyorum yüzmeyi çok sevmememin nedeni iyi bir yüzücü olmamamdan kaynaklanıyordu. Hala daha süper yüzdüğüm söylenemez ama ODTÜ havuzu sayesinde yüzme sevgisi kazandığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Uzun yıllar Barış ile beraber ODTÜ havuzuna gittik. Her sene üye olup çok sık olmasa da yüzme faaliyetinde bulunuyorduk. Hollanda' ya geldikten sonra şansımıza mıdır nedir bilemiyorum evimize yürüme mesafesinde bir yüzme kompleksi bulduk. Hazır evimize de tamamiyle yerleşmenin rahatlığını da hissetmişken Mirandabad denilen spor merkezine gidip bir siftah yapalım dedik. İyiki de demişiz. Valla acayip mutlu olduk. Efendim öncelikle herşeyin pahalı olduğunu düşündüğümüz Hollanda' da ODTÜ den daha ucuza havuz keyfini çıkartabildiğimizi farkettik. Aslında Hollanda' nın pahalı mı ucuz mu olduğu ile ilgili bir yazı daha sonra yazacağım ama sadece bu post için şunu söyleyebilirim ki içerisinde kaydırağın bile olduğu irili ufaklı havuzlardan oluşan spor merkezine giriş için abonelik gerekmiyor ve kişi başı sadece 3,50 (üçbuçuk) Euro ya saatlerce yüzebiliyorsun. Soyunma kabinleri, saç kurutma cıhazları, kilitler oldukça profesyonel yapılmış. Açıkçası dolaplar için kullanılan mekanizmayı daha önce sadece New York da Özgürlük Heykeline girerken çantalarımızı koymak için kullandığımız dolaplarda görmüştüm. Havuzlara gelince üst katta çocuklarıyla gelen ailelerin kullanacağı çeşitli büyüklüklerde 3-4 adet havuz var, vallahi insanın çocuk olası geliyor inanılmaz eğlenceli kaydıraklar, oyuncaklar vs. Bir tane de şu aquaparklarda olan helezon kaydıraktan vardı, ufacık çocuklar gidip kayıyorlardı biz de çok kıskandık ve deneyelim dedik, başdöndürücüydü, zira kaydırak döndükçe dönüyordu daha doğrusu biz dönüyorduk. Çok hoş tabi ama orayı çocuklara bırakıp yarı olimpik havuza geçtik biraz yüzdük. Kapalı havuz olmasına karşın kubbesi camdan yapıldığı için gökyüzünü yüzerken görebiliyorsun, mimarisini de çok beğendik. Özetle tam puan verdik. Düzenli olarak geleceğimizi kendimize telkin ettik. Bu arada çıkarken farkettim ki sadece havuz yok burada, squash, fitness ve solaryum da var. Belki squash için de gelebiliriz eğer ön çapraz bağları yırtılmış dizim bu sporu yapmama izin verirse.

Read more...

Salı, Aralık 04, 2007

Sinterklaas

Yarın burada Sinterklaas bayramı. 280-342 yılları arasında yaşayan Aziz Nikola'nın yani Sinterklaas'ın doğumgününü kutlayacaklar. Kasım ortalarında Aziz Nikola, İspanya'daki yazlık evinden çıkarak buharlı gemisiyle Hollanda'ya geliyor. Her sene farklı bir şehirden karaya ayak basışı ulusal televizyonda yayınlanıyormuş. Demre (Myra) doğumlu Yunan piskoposu Aziz Nikola bizim bildiğimiz adıyla Noel Baba, çocukların koruyucu meleği. Geçen yıldan beri uslu durmuş çocukların isimlerinin yazılı olduğu bir Altın Kitabı ve tabii yaramazlık yapan çocukları gösteren bir de Kara Kitabı var. Ayrıca çatıların üzerinde uçan Amerigo isimli beyaz bir ata biniyor. (Nerede bizim geyikli, kızaklı noel baba imajımız? Hem biz onun İspanya'daki yazlık evinden değil Kuzey Kutbu'ndan geldiğini bilirdik. Kavram karmaşası mı yaşıyorum yoksa?)

Sinterklaas'ın siyah yüzlü, haşarı yardımcıları 16. yy İspanyol modasını yansıtan giysiler içinde rengârenk. Adları Zwarte Pieten (Black Petes). Ortaçağ'da bu, şeytanın isimlerinden biriymiş. Söylentiye göre Aziz Nikola şeytanı yendiği için, bayram arifesinde şeytan zincirlenip, Aziz Nikola'nın kölesi oluyor. 1850'den itibaren ırkçılığın bir yansıması olarak, Pete'nin Kuzey Afrika uyruklu bir köle olduğu söylenmiş. Şimdiyse Pete hediye dağıtmak için bacadan girerken kuruma bulandığı için siyah yüzlü... Fakat yine de ırkçılık yapmış olmamak için 2006'dan beri Pete'ler siyah değil rengârenk suratlı. Bunun da mantıklı bir açıklaması var elbet; "Sinterklaas'ın gemisi gökkuşağının altından geçiyor çünkü."

Hristiyanlık öncesi çağda Pete'ye benzer bir figür varmış; Ay döngüsünü kontrol eder, Ay'ı yakalayıp çantasına atabilir ve gökyüzüne yıldızları serpermiş. Bugünse çocuklara küçük zencefilli kurabiyeler dağıtıyor.

Çocukların hoşgeldin şarkılarıyla rıhtıma yanaşan Sinterklaas, şehir sokaklarında dolaşıp, okullara, hastanelere ve alışveriş merkezlerine gidiyor. Sinterklaas'ın şehre vardığı gün ile 5 Aralık arasında, çocuklar her gece yatmadan önce ayakkabılarını baca, şömine gibi yerlerin yakınına koyup, ertesi gün içlerinde şeker bulmayı umuyor. Ve hatta düşünceli çocuklar, Sinterklaas'ın atı için saman, havuç ve su da hazırlıyor. (Resimdeki "clog"un içinde bir de dilekler listesi var.) Ne yazık ki merkezi ısıtma yüzünden artık ayakkabılar kapı önlerine bırakılır olmuş. İyi çocuklar çikolatadan yapılmış bir harfle -ki adlarının baş harfi- ödüllendirilirken yaramaz çocuklar ayakkabılarının içinde tuz buluyor.

Hollanda'da 5 Aralık akşamı ana tema; aile üyelerine ve bazı yakın arkadaşlara hediye verilmesi. Hatta bu gecenin ismi hediyeler gecesi (wikipedia'nın yalancısıyım). Bu hediyeler zekice paketlenir, saklanır, bazen "sürpriiiiizzz" diye bağırılarak ya da daha geleneksel bir şekilde Aziz Nikola'dan şiir-mani eşliğinde verilirmiş. Okuduğum bir Hollanda rehber kitabında, salatalık içinde kolye saklama önerisi vardı. 5 Aralık'ı izleyen ilk cumartesi Noel ağaçlarını süslemeye ve ışıklandırmalara başlıyorlarmış. Ben de aslında, herhalde Amerikan filmlerinin bombardımanı altında kaldığımdan kafam karıştı diye düşünüyordum. Amerika'ya da İspanya'dan gidecek hali yok ya, onların Noel Baba'sı da kutuptan gidiyor ziyaretlerine...

Yazının buraya kadar olan kısmı Barış' ın parmaklarından döküldü. Her ülkenin, milletin zaman içerisinde değişime de uğrasa gelenekleri ve görenekleri var biz de kendi geleneklerimizi yaşatabildiğimizce yaşatıyoruz elbette, ama yaşadığımız ülkenin de değerlerini bilip ona göre hareket ediyoruz.

Ben de bu sene cok uslu bir çocuk olduğum için şirketim bize içi bir sürü hediye dolu bir paket verdi. Hediye almak ne güzel birşey.

Read more...