"I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well." - "Eğer bir başkasını daha iyi tanıyor olsaydım, kendimden bahsetmezdim." - Henry David Thoreau

Pazar, Mayıs 28, 2006

Love is here

ODTÜ' den bir Starsailor geçti bugün. Biz de oradaydık. Yaw James Walsh sen nasıl bir insansın ya da insan mısın? O nasıl bir sestir, o nasıl bir sahne performansıdır anlamadım. Süper bir konserdi. İnanılmaz eğlendik, her zaman dediğim gibi bu ingiliz müzik grupları bambaşka. Yalnız hep yakınırdık Ankara' ya neden doğru düzgün gruplar gelmiyor, konserler vermiyor diye, bugün anladım ki gelmemekte çok haklılar. Yaw starsailor gibi bir grup gelmiş, bir avuç insan dinliyoruz konseri, James de baktı bu kadar az insan var herhalde burada tanınmıyoruz diye düşünmüş olacak "Good evening, we are Starsailor" diyerek kendilerini tanıtma ihtiyacı hissetti. Konser boyunca sürekli türkçe "teşekkürler" demesi ayrı bir hoştu, ama asıl daha da güzel olanı adamların konsere çıkmadan önce stadyumun çimlerinde top oynamalarıydı ki kimse de farketmemiş! Böyle uçuk bir grup anlayacağınız bu Starsailor.

Şimdik, bu grubu hiç bilmeyenlere, tanımayanlara, dinlemeyenlere tavsiyem "Love Is Here" albümlerini, alıp dinlemeleri. Bütün şarkıları tekrar tekrar dinleme ihtiyacı hissedeceğinizi, James in sesi eşliğinde bambaşka dünyalara gideceğinizi garanti ederim. Bu albümdeki tüm şarkılar inanılmaz ama ben özellikle "coming down" isimli parçayı ayrı bir özenle dinlemenizi tavsiye ediyorum. Elbette canlı dinlemek apayrı bir zevk, ama ne yazıkki bir daha Türkiye' ye 400-500 kişiye konser vermeye geleceklerini sanmıyorum.

Must I always take a back seat?
Must I always be your clown?
Did you ever really love me?
Were you always coming down?

Read more...

Salı, Mayıs 16, 2006

ODTÜ, Kış ve Dostlar

Her mevsim tam anlamıyla renklerini de beraberinde getirir ODTÜ' ye, öğrenciler de bu renklere uyum sağlarlar kendi içlerinde. Ama kampüste kış bir başka güzeldir, yaşayanlar bilir. Kış bol kar yağışı ile geldi yine buralara, biz de teknokentte çalışmanın avantajı ile kaçtık karlı kayın ormanına bir öğlen vakti tıpkı eski günlerde olduğu gibi. Hiç kimsenin dokunmadığı beyaz kar örtüsüne acımasızca ama bir o kadar da sevinçle basa basa gittik yemek yemeğe. Dönüşte birçok öğrencinin yaptığı gibi naylon torbalar üzerinde kayacaktık buz tutmuş zemin üzerinde. Yanda dostlarım Nuri ve Barış ile beraber Hüseyin' e çektirdiğimiz resim de kazındı tarihin yapraklarına Kış/2006 olarak. Baharın tam anlamıyla ağırlığını hissettirdiği şu günlerde biraz serinlemek içindir kıştan bahsedişim. Bakalım bir sonraki kış nerede ve nasıl olacağız?

Read more...

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Bilimsel Veriler Işığında

Yazma alışkanlığımı geliştirmeye çalışıyorum. Okumayı seven bir insanım ama yazmak ayrı bir emek istiyor. Hep bir yazar olma dürtüsü vardır içimde ama hiçbir zaman bununla ilgili bir gayret göstermedim, yazarlık eğitimi almadım (yaratıcı yazarlık kurslarına gitmeyi çok istiyorum ama önce biraz kendimi geliştirmem gerek.). Dolayısı ile de yazı yazan insanlara imrenerek baktım bugüne kadar. Biraz geç olacak belki ama bir karar verdim geçenlerde, yazı yazma alışkanlığı kazanmalıydım. Bunun içinde bazı konularda yazılar yazmaya başladım. Bugün burada ilk denememi bulacaksınız. Arada bir çeşitli konularda yazı yazmaya gayret göstereceğim bundan böyle. Kimbilir belki bu yazılar zaman gelir bir kitaba dönüşür. Lütfen yorumlarınızı kendinize saklamayın, yazın, burada yayımlansın. İşte size ilk denemem;

BİLİMSEL VERİLER IŞIĞINDA

77 üniversite yeterli görünmüyor olacak ki, yenilerinin açılması meclis gündeminde. Genç nüfusumuzun çokluğu ve üniversite eğitimi olmazsa olmaz diretmesi bu niyeti haklı kılıyor diyelim. Ama ülkemizde bilim adamlarının söylemlerine, bilimsel verilerin analiz edilmesine, mistik konulara verdiğimiz değer kadar önem vermiyoruz. Amansız bir hastalığa tıpta çare bulunmasına, falanca hocanın kangrenli bir hastayı iyileştirmesi ya da bilmemneredeki kaynak suyunun böbrek taşlarını düşürdüğü haberi kadar ilgi göstermiyoruz. Çünkü mistik olanın çekiciliği daha fazla. Açıklanamayan olaylara bilim bir yanıt bulsa dahi bizim için kabul edilebilir gerçek her daim gizem oluyor.

İtirazım, gizemin cazibesinin toplumun ilgisini hemen çekmesine değil elbette. Bilimin, mistizmin gölgesinde kalmasına müsaade eden insanlara, bilim yuvalarında eğitim almış ama edindiği bilgileri bir adım öteye taşımak yerine bunları zaman içinde bozuk para gibi harcamış gençlere, bilim ve akılcı düşünceye önem veren, çok okuyan, araştırıcı yapıya sahip bireyler yerine, hazır veriyi kullanma uzmanı makinalar yaratan eğitim sistemimizedir yakınmam.

İki hafta önce, şu an ülkemizin en iyi üniversitelerinden birinde doktora eğitimine devam etmekte olan bir arkadaşım, bilimsel verilere (!) dayandırdığını iddia ettiği önermesinde haftasonu İstanbul’da deprem olacağını söylediğinde bir an için paniğe kapıldım. Ancak bilimsel veriden kasıt bir reiki hocasının söyleviymiş. Daha da acısı bu tüyo üzerine haftasonu İstanbul’ dan ayrılanların olması. Bu durum bana, çocukluğumdaki sakallı bebek mitini çağrıştırdı. Sanırım 80’lerin başıydı. Tan gazetesinin haberinde Konya’da sakalı olan bir bebeğin doğduğu, dile geldiği ve Kurban Bayramında kıyametin kopacağını söylediği yazılmıştı. Söylenti kulaktan kulağa yayılmış ve iş o kadar ileriye gitmişti ki bu bebeği gördüğünü iddia edenler bile çıkmıştı. Bu haberi işiten herkesin içini bir korku kaplamıştı, İstanbul’un göbeğinde bu safsatalar insanlar arasında hararetle tartışılır olmuştu. Şimdi de benim gibi, bilim yuvasında yetişmiş birisinden bana 20 yıl önceki sakallı bebek olayını anımsatıcı bir haber duyuyordum.

Toplumsal gelişim bireyin kendisinden başlar. Eğitimin amacı, insanı hem kendisi hem toplumu için değer yaratacak düzeye getirmektir. Üniversite bu amaçla araştırıcı, sorgulayıcı, çözüm bulucu, yeni bakış açıları geliştirici bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir. Ancak, günümüzde üniversite bizim için bir diploma ve şanslıysak bir iş demek. Sonrasında bir çok mezun, ömür boyu belki de hiç bir kitabın kapağını açmayacak. Kişisel gelişim adına hiç bir yatırımda bulunmayacak. Mustafa Kemal Atatürk’ ün bize hedeflediği “daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cüret gösteren adamlar olabilme” olgusu belli ki unutulmaya yüz tutmuş. Belki de bu nedenledir Darwin’in bilimsel tezlerini okuyup anlamak yerine Adnan Hocanın nam-ı diğer Harun Yahya nın bakış açısıyla ülke olarak evrimden uzak duruşumuz.

Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için tek rehberin bilim ve teknoloji olduğunu her konuşmasında vurgulayan Atatürk, 29 Ekim 1933'te verdiği Onuncu Yıl Nutkunda, bunu öyle güzel vurguluyor ki ister istemez insan böyle net öngörülere rağmen hala düşüncelerimiz, yaptıklarımız neden müspet ilimden bu kadar uzak diye düşünmeden edemiyor: "Milli kültürümüzü çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tutuğu meşale, müspet ilimdir."

Akıl ve mantık kuralları çerçevesinde hareket edebilen, bağnazlığa, boş inançlara, diğer bir deyiş ile akıl dışıcılığa karşı çıkan, bugünkü Türkiye’nin gelişmesini amaç edinmiş bireyler yetiştiren üniversitelerimizin çoğalması en büyük umudumuz olacaktır.

Tekin Menteş

Read more...