"I should not talk so much about myself if there were anybody else whom I knew as well." - "Eğer bir başkasını daha iyi tanıyor olsaydım, kendimden bahsetmezdim." - Henry David Thoreau

Cuma, Nisan 14, 2006

30 Yıl

Bugün tam 30 yıl oldu bu dünyaya gözlerimi açalı. Bugünden itibaren başlıyor 30 lu yaşlar benim için. Şöyle bir gözlerimin önüne getiriyorum da geçmiş yılları, ne güzel de yaşamışım çok şükür. Anlatacak o kadar çok anım olmuş ki acı, tatlı; garip bir mutluluk kapladı bu sabah içimi. Bir daha dedim yaşamak ne güzel diye, hele de böyle güzel bir günde doğmuş olmak, hayata sımsıcak bir gülümseme için fazlasıyla yeter de artar bile. Her mevsimi seviyorum, ama şu baharın bana yaptıklarını kimse yapmamıştır herhalde.

Beni fazla tanımayanlar için bugün şu geçmiş 30 yılın bir özetini yapayım dedim sizleri çok sıkmadan. 14 Nisan 1976 tarihinde Münüre ve Yaşar çiftinin ilk ve tek çocukları olarak Almanya' nın Hildesheim kentinde dünyaya gelmişim. Doğumum epey bir zorlu olmuş, bayağı sıkıntı vermişim anacığıma. Babam hep bir kızı olsun istemiş ama olmamışım işte, belki de bu yüzdendir benim de bir kız çocuğumun olmasını istemem hep. Ne bilim işte çok hoşuma giidyor kız evlatlar (ya ya ya yaş 30 olmuş böyle çocuk falan konuşuyorum işte alın size yaşlanma belirtisi). Neyse, 3 yaşıma kadar Almanya' da çeşitli çocuksu faaliyetlerde bulunmuşum. Babamdan miras mıdır bilemiyorum ama çok çapkın bir Almanya dönemi geçirdiğim anlatılır. Marketlerde benden 3-5 yaş büyük kız çocuklarını takibe alıp en uygun imkanı yakaladığımda yatırıp yanaklarını ısırdığıma dair efsaneler yıllar boyu anlatılırdı. Türkiye' ye döndükten sonra da benzer durumlar sözkonusu olmuştu hatırladığım kadarıyla. Aslında düşünüyorum da gerçekten çok ama çok yaramaz bir çocuktum, ama etrafa pek belli etmezdim. Yine annemin sürekli anlattığı bir yaramazlık öyküsünden bahsedeyim azıcık. Şimdi dayımlar bizi ziyarete gelmişler, oturmuşuz yemek yiyoruz ben de ufacık çocuğum annemin kucağındayım ama sürekli dayımın tabağındaki yiyeceklere elimi uzatıp oradan karnımı doyuruyormuşum, annem de elime hafiften dokunmuş başkasının tabağına dokunmayayım diye. Annemin kucağından inip, masanın örtüsünü çekmem ile tüm yemekleri yere atmışım. Bu asi tavırlarım bugüne kadar gelmiştir. Benden uyarması.

Evet yıllar yılları kovalamış ben ilkokula başlamışım. Okumayı en geç söken çocuk bendim sınıfta, en geç kırmızı kurdelayı ben takmıştım. Annem hep benim okumayacağımı düşünüp kendini paralardı. Evet okumayı geç söktüm ama sonrası muhteşem oldu. Sonuna kadar okudum :). Tabi okumayı geç sökmemin en büyük nedenlerinden birisi bitmek tükenmek bilmeyen hastalıklardı. Sürekli hastalanırdım. Ama bir gün bu hastalığım beni bu satırları yazmama engel olabilecek seviyelere getirmişti. Annem sayesinde yaşama bir kez daha merhaba diyebildim. Bir gece çok ateşlendim, yani bayağı bir ateşimin çıktığını hatırlıyorum. Annem beni küvette soğuk sular ve sirkelerle yıkamıştı. Sanırım 7 yaşımdaydım. Neyse hemen Zeynep Kamil hastanesine gittik beni muayene ettiler ve bir şeyimin olmadığını söyleyip eve gönderdiler. Çok iyi hatırlıyorum annem beni bebek arabasında hastaneye götürmüştü. Babam da Almanya' daydı. Kadıncağıza neler çektirdim. Neyse annem doktorlara güvenmedi ve beni özel doktoruma götürdü (Alptekin Helvacıoğlu - kendisini hiç bir zaman unutmayacağım). Burada Alptekin bey benim menenjit geçirdiğime karar verdi ve beni hemen hastaneye yatırdı, oradakileri de bayağı bir fırçaladı. Eğer zamanında yetiştirilemeseydim ölebilirdim. Önce anneme sonra doktoruma borçluyum bugünleri. Zaten ogün karar vermiştim ileride doktor olacaktım. Lise 3 e kadar doktor olma konusunda ısrarlıydım ama sonra kararımı değiştirecektim.

Hastalıklı yıllar geçti, ilk okulu çok çalışmamama rağmen başarılı olarak bitirmiştim. Ortaokula geldiğimde de çok çalışmadan başarıyı yakalayacağımı düşünmüştüm ancak matematik öğretmenin Selahattin bey sayesinde bu fikrim değişti. Verdiği ödevi yapmadığımda beni çok kötü haşlamıştı, o günden sonra bir matematik dehası yarattığının o bile farkında olmayacaktı. Ancak ben tüm okul yaşamım boyunca matematik konusunda tartışılmaz uzman olmuştum. Matematik yarışmalarına girip dereceler kazanmıştım. Ortaokulu 3. lükle bitirdikten sonra (ki ömrüm boyunca hep üçüncü oldum, lise, universite hep üçüncü oldum, kim bu ilk iki sürekli peşimde geziyorlar yaw bir rahat bırakmadılar) Kabataş Erkek Lisesine kayıt oldum. Ömrümün en güzel 3 yılını burada geçirdim. Bir daha liseyi okumayı o kadar çok isterdim ki. Ortaköy' ün göbeğinde denize sıfır Türkiye' nin en iyi devlet lisesinde okuma şerefine erişmem elbetteki kolay olmamıştı. Ortaokuldayken 3 yaz boyunca babamların karşı çıkmasına rağmen kendi isteğimle Üsküdar Adliyesinde Hasan abinin yanında çay ocağında çalıştım. Heryerde olduğu gibi burada da kendimi çok sevdirmiştim (daha önce defalarca söylemiştim megolaman olduğumu) ve bir gün başsavcı beni yanına çağırıp bir ihtiyacım olup olmadığını sormuştu. Kalem, defter falan düşünüyordu ama ben ona Kabataş' ta okumak istediğimi söylemiştim. O da gerçekleştirdi ama çok şaşırmıştı bu isteğim karşısında. Sonradan düşünüyorum da bu kadar kararlı bir şekilde bir istekte bulunduğum için sanırım etkilenmişti. Hedef belli ise başarı kaçınılmaz oluyor elbetteki. İnsan kaderini kendi belirler. Bu sayede Kabataş' taki olağanüstü günlerim başlamıştı, kabataş lisesinde yaşadıklarımı mutlaka başka bir "post" ta anlatacağım. Şimdilik yolumuza devam edelim. Lise son sınıfta bir Endüstri Mühendisliği sevdasına tutuldum ama nasıl olduğunu hala anlayabilmiş değilim. Bölüm hakkında çok az şey biliyordum ama bana çok uygun geliyordu. Neysekı yıllar geçti hala en doğru tercihi yaptığımı düşünüyorum. Üniversite sınavında 8 tercih yapmıştım, ilk 6 tanesi Endüstri Mühendisliği, 1 tanesi Matematik Mühendisliği ve son tercihim de Bilgisayar Programcılığı idi ve ben 4. tercihim olan Yıldız Teknik Endüstri ye yerleştirilmiştim, 1 matematik sorusu ile İTÜ Endüstriyi kaçırmıştım. İlk tercihim de ODTÜ Endüstri idi. Üniversite yaşamım oldukça renkli geçmişti. Yine mekan olarak İstanbul' un en güzel manzaralı okullarından birindeydim. Burada olabildiğince sosyal olmaya gayret etmiştim. Ama daha fazlası elimden gelebilirdi. YTÜ Endüstri Mühendisliği Kulübünün kurucu üyelerindendim, çeşitli faaliyetler düzenledim, bir çok yeni insanla tanışma fırsatı yakalamıştım böylelikle. Futbol hayatımın ilk sonlanışı da (evet birkaç kez sonlandırmayı başardım) yine bu döneme rastgelir. Ama bölüm takımında gösterdiğim başarılar hala konuşuluyordur sanıyorum :) Bir de üniversite yıllarımda Üsküdar Meydanında özel günlerde kartpostal tezgahı açtığımı hatırlıyorum. Ticarete ilk adımlarımı böyle atmıştım. Epey bir para kazandım. Biz 4 üniversiteli arkadaştık ve genelde çevre liselerden çıkan kızlar hep bizden kartpostal alırlardı ne hikmetse :). 4 yıl su gibi geçti ve ben bölümü yine 3. lükle bitirip, Şebnem Tezsezen arkadaşımın benim için ODTÜ' ye Yüksek Lisans için başvurması sayesinde ODTÜ Endüstri Mühendisliği hayalimi gerçekleştirebilmiştim. ODTÜ ye gelişim de olaylı olmuştu. İlk defa ailemden ayrılıyordum, benim için bir devrimdi. Zaten ODTÜ yü de belki de en çok bu yüzden istiyordum. Zira YTÜ ve ODTÜ hariç başka bir yere başvurmamıştım. Hep el bebek gül bebek yetiştirilmiştim ve ilk defa zincirlerimi kırma fırsatı geçmişti elime. Bence her çocuk ailesinin gözetimi olmadan belli bir dönem uzak yaşamasını, kendi ayakları üzerinde durmasını öğrenmeli. Birisinin "sobaya dokunma yanarsın" demesinden daha öğretici olan sobaya kendi elinle dokunmaktır. İşte ODTÜ ye gelmem de benim için bir dönüm noktası oldu bu anlamda ve geleceğim için verdiğim en doğru kararlardan biri olarak değerlendiriyorum bu adımı. Neyse Ankara' da farklı bir Tekin vardı artık. Çok şey değişti. Gerçekten kendime bir karakter çizdiğimi anlıyorum burada. Beni eskiden tanıyanlar çok net farkediyorlar bendeki bu değişimi. Bir değişim şarttı ve ben bunu olabilecek en iyi hale soktuğumu düşünüyorum. Tabii burada bir karakter analizi yapacak değilim, en azından bu yazının içerisinde bunu gerçekleştirmeyeceğim ama şunu net olarak söyleyebilirim ki Ankara' ya geldiğimden beri olayları değerlendirişim çok daha farklı bir boyut kazandı. Ne bilim mesela hayatı başkaları için değil de kendim içim yaşamam gerektiğini anladım burada. Ben Üsküdar Ayazma mahallesinde büyüdüm. İstanbul' un en güzel semti. Burada herkes beni çok sever (megolamanım), sürekli beni örnek gösterirlerdi, ben de onlara layık olmaya gayret ederdim. Yani toplumun beni görmek istediği gibi yaşamaya çalışırken aslında kendimi görmek istediğim gibi yaşamayı gözardı etmişim hep İstanbul' da. Hayatım boyunca hiç zayıf not almamışım, hiç bir dersten kalmamışım sanki bir marifetmiş gibi ya da bir dersten kalırsam hayatımın tılsımı bozulacakmış gibi, ama bu sırada en yakın arkadaşlarımın en mutlu anlarında yanında da olamamışım farkında olmadan. Ve en nihayetinde ODTÜ' de "Linear Optimization" dersinden çaktım. Hüzünlenmek yerine garip bir mutluluk kapladı içimi. Sonunda kalmıştım işte. Elbette bir sonraki dönem en yüksek not ile geçtim ama tılsım diye bir şeyin olmadığını, herşeyin kafanın içinde bittiğini de ispatlamıştım kendime. Sakın yanlış anlaşılmasın, kimseye kötü insan olun demiyorum sadece söylemeye çalıştığım şey kötünün ne olduğuna, hayatta nelerin daha doğru olduğuna önce siz karar verin.

ODTÜ de Yüksek Lisans eğitimime başladım. Derslere gider gelirken bizim bölümde bir iş ilanı gördüm. Modern Diller Bölümüne Bilgisayar Koordinatörü alınacakmış. Önce önemsemedim, ben zaten başka bir üniversiteden geldiğim için beni kabul edeceklerini bile düşünmüyordum. Git gel bakıyorum ilan hala asılı ve hiç unutmuyorum son başvuru günü mesainin bitmesine yarım saat kala gittim ve başvurumu yaptım kaybedecek hiçbirşeyimin olmadığını düşünerek. Beni mülakata çağırdılar, yine ümitsiz bir şekilde gittim ve gayet rahat bir şekilde Modern Diller Bölümünden Deniz Arman ve Yeşim Çöteli ve bir de bilgisayar bölümünden biri ile görüşmemi yaptım. Kariyerimi belirleyecek bir görüşme olduğunu bilseydim herhalde bu kadar rahat olmazdım. Ama işe kabul ettiler beni ve Deniz Arman, Yeşim Çöteli başta olmak üzere Modern Diller Bölümünün harika insanları böylelikle hayatıma girmiş oldular. Onları hiç bir zaman unutmayacağım. Her ne kadar her zaman olduğu gibi hayırsızlık yapıp arayıp sormasam da her biri hayatımda önemli bir yere sahipler. Aslında burada anlattığım her bir dönem için ayrı bir yazı yazmam gerek ama zamanla olacak bu tabi. Şimdilik devam edelim bakalım kader bizi başka nerelere götürmüş. Modern Diller bölümünde iyiden iyiye veritabanı sistemleri ile uğraşmaya başlamıştım. Güzel programlar da yazmaya başladım. Bu arada derslere girip çıkıyorum, tez zamanı geldi ve Şebnem Tezsezen ile oturup nasıl bir tez üzerinde çalışsak diye düşünürken, bizim bölüme Oracle firmasından satış elemanları geldi, sunum falan yaptılar. Oracle dünyanın en iyi veritabanı şirketiydi (Hala da öyleler). İşte o zaman Şebnem ile karar verdik Oracle üzerine bir tez yapmamız iyi olacaktı. Tayyar Durmuş Şen hocam ile konuştuk ve ben Oracle dünyasına belki de bir daha hiç çıkmamak üzere adımımı atmış oldum. Adımımı attım ama baktım konu hakkında hiç birşey bilmiyorum yine radikal bir karar verdim; başka bir işte çalışmam gerekiyordu. Oracle ile projeler yapabileceğim bir firma. İşte o zaman da karşıma Cesur Baransel çıktı. Oracle gurusu olmamı sağlayacak o dönemdeki belki de tek kişi oydu. Onun yanında LİKOM Proje de Projeler grubunda çalışmaya başladım. Bana TR-net projesini ve bir de Oracle kitabı verdi, 2 ay sonunda projeyi bitirdiğimde belki 1 yıllık eğitim almış gibi bilgi sahibi olmuştum veritabanı konusunda. Serdar, Uğur, Ahmet, Hakan, Gülay, Cem, Mustafa, Asuman, Ebru, Murat, Tuncay ve niceleri yeni arkadaşlarımdı artık. Yaşadıklarımızı unutmak mümkün değil. Ondan sonra Roketsan firması, Kerim İnce ve Cemal Oğuzsoy girdi hayatıma. Oracle ERP projesinde inanılmaz işler çıkarttık ekip olarak ve inanılmaz dostluklar edindim burada da. Oracle firmasından Simay Koçak bana çok şey öğretmiştir. Daha sonra Delta' da işe başlamamda da büyük etkendir kendisinin referansı. Londra' da Thames nehri kenarında biralarımızı tokuşturmak bir daha mümkün olacak mı Simay ile bilmiyorum ama kendisini kısa süre içerisinde çok iyi yerlerde göreceğimize hiç şüphem bulunmamakta. Roketsan' dan ayrılışım hüzünlü olmuştu ama artık Delta Aerospace firmasındaydım. Oracle firması beni Delta' ya önermişti ve John Burton diye bir dahi beni Delta da işe almıştı. 6 ay İngiltere' de benim için kardeş kadar yakın Candaş ile beraber çalışmaya başladık. Kırmızı kapılı bir evimiz vardı, ne günler geçirdik anlatamam. Hala daha Candaş ile beraber çalışıyoruz umarım daha çok uzun süreler beraber büyük işlere imza atacağız. Şu an hala Ankara' dayız. İstanbul' u çok özlüyorum ama oradaki Tekin ile buradaki arasında dağlar kadar fark var. Gelecek beni nerelere götürecek bilemiyorum ama bildiklerimi sorarsanız; şu an Ankarada' yım, bir kızı 8 yıldır seviyorum ve yarın nerede olacağımı düşünerek zaman geçirmek yerine yarın nerede olmak istediğimi bilip hedeflerime göre yaşamayı tercih ediyorum.

Herkesin hayatı bir roman elbette, herkesin hayatında dönüm noktaları vardır, ama sonuçta bu dönüm noktalarını sizler belirlersiniz o yola girmeye karar vererek. Kararlarınızı doğru verip vermediğinizi çok düşünmeyin bence, girdiğiniz yol emin olun en doğru yoldur. Çünkü seçimi siz yaptınız.

29. yaşıma girdiğim geçen yıl Turkcell bana 50 mesaj hediye etmişti. Ben de uzun zamandır görmediğim 50 arkadaşıma onları cok ozlediğime dair mesaj atmıştım. Birçoğu beni aradı, hepimiz bir yerlere dağılmış, bambaşka hayatlar yaşıyoruz. Bu sene de aynı uygulamayı yapacağım, hatırlanmak güzel şey.

Gelelim doğumgünü dileklerime; 30. yaşıma girdiğim şu günde kimseyi üzmemiş olmayı diliyorum, varsa içini acıttığım bir insan af diliyorum kendisinden. Önümde belirlediğim 5 yıllık bir kalkınma planı var, 35 ime girdiğimde hedeflerime ulaşmış mutlu bir insan olmayı ve sonraki 10-20-30 yıl için bana ait yeni hedeflerim olmasını diliyorum.

Read more...

Cumartesi, Nisan 01, 2006

Sinner in me

Her insan gibi müzik dinlemeyi çok severim. Dinlenilen müzik kişinin karakterini yansıtabilir kanımca. Müzik dinleyen kişi kendine bir tarz yaratır. Her zaman bu tarza uygun müzikler dinlenmesi yanında bir de dönemsel dinlenen müzikler vardır. Kişinin o anki ruh durumuna göre ya da mekana göre dinlenmesi gereken müzikler. Her müzik her yerde ve koşulda dinlenemez. Mesela Metallica' yı çok sevmeme rağmen bilirim ki arabada dinleyemem :). Ya da meditasyon yaparken arabesk dinlemek abes olur. Ama bir proje üzerinde yoğun bir şekilde çalışırken Hard Rock dinlemek motivasyonumu artırır her daim. Ya da melankolik dönemlerimde mutlaka "The Cure" ya da "Nick Cave" olur yanıbaşımda.

Bazı şarkılar insan hayatında çok önemli yer edinebilirler. Yıllar sonra o müziği duyduğunuzda geçmişteki o anlara gidebilirsiniz tekrar. Mesela ben ne zaman "Cranberies - I just shot John Lennon" dinlesem, LİKOM da TR-Net projesinde sabahladığım anlar gelir aklıma. Ya da "Animal Instict" bana hep yurt günlerimi hatırlatır. Bu şarkı radyoda ne zaman çalsa Cem, Tolga ve ben yataklara çıkıp zıplamaya başlardık. Benim yatağımı Tolga kırmıştı bir Animal Instict faaliyetinde. "Avril Lavigne - Complicated" Candaş Bozkurt ile Londra maceralarımızı hatırlatır bana. Tikka Masala kokulu Londra sokakları. "Perhaps Perhaps Perhaps" te Barış ile çıkmaya başladığımız günlere götürür beni hep. Ne zaman melodisini duysam ilk zamanlarımız gelir aklıma, güneşli bahar günleri, yanımda Barış, bugünlerin temellerini attığımız anlar.

Bu arada bir de sizlere güzel bir öneride bulunayım, bir kadeh şarap, hafif loş bir oda, ve Tindersticks' ten "Another Night In". Dinlerken beni hatırlayın.

Şu sıralar Barış sayesinde türkülere takmış durumdayım. Yaw ne güzel eserlerimiz varmış, eskiden nasıl oldu da keşfedememişim anlamıyorum. Mesela şu an bu satırları yazarken "Çayır Çimen Geze Geze" yi dinliyorum Kıraç' ın yorumuyla. Ne kadar güzel bir türkü anlatamam. Son zamanlarda bir de türk/yabancı 60 lar, 70 ler ilgimi çekiyor, yaşlanıyor muyum ne!!?? Bu sene hiç gidemedik ama Radyo ODTÜ' nün düzenlediği "Ah Mazi" partilerini bu nedenle çok seviyorum.

Gelelim müzik aletlerine; Keman her zaman en favori enstrüman olmuştur benim için. Keman sesi beni bambaşka yerlere götürür. Benim için meditasyon aracıdır bir nevi. Kemanın yanında piyano da olursa tüm çakralarımı boşaltacak bir ortam sağlanmış olur benim adıma. Bir diğer hastası olduğum müzik aleti ise Bateri' dir. Lars Ulrich bana bateri sevgisini aşılamıştır. İnanılmaz birisi kesinlikle.

Neyse sadede gelirsek, aslında bu yazıda sadece Depeche Mode' dan bahsedecektim, ama nasıl bir giriş yapacağımı düşünürken bambaşka yerlere gitti konu. DM benim için apayrı bir gruptur. New Wave müziğin idolüdür. Serkan Erdoğan' a çok şey borçluyum beni bu müzik türüne alıştırdığı için. Lise yıllarımdan beri vazgeçemediğim üç müzik grubunun başındadır. Diğerleri de elbette The Cure ve Erasure. Depeche Mode aslında orijinalde bir Fransız moda dergisinin ismi ve Dave Gahan (Gubun Vokalisti) tarafından bu isim yaratılıyor ve bugünlere kadar yaşayan bir efsane oluyorlar. Onlar benim için tüm müzik gruplarının ötesindedir. Hayatımda çok şeyi değiştirmiştir. Bir müzik grubu insan hayatına nasıl bir etki yapabilir demeyin, hayata bakışımda çok büyük izleri vardır bu grubun kasvetli şarkı sözlerinin. Ekşi sözlükten alınma şu tanım size az da olsa bir fikir verecektir grup hakkında : "ruhta derin yaralar açan, sonra bu yaraları sarıp tedavi eden, ardından tekrar tekrar kanatıp iyileştiren grup"

İstanbul' da Depeche Mode partilerine giderdim, inanılmaz eğlenirdim, Ankarada' da birkaç kez Manhattan' da katıldım benzer partilere, işte o anlar gerçekten kendimden geçiyorum. Tüm sıkıntılarımı unutuyorum bu adamları dinlerken. Bir kaç ay önce Candaş Özdoğu' nun Amerika' dan getirdiği Depeche Mode konser DVD lerini kopyaladım, aradabir seyrediyorum, inanılmaz sahne performansları var. "Never let me down again" şarkısını söylerken seyircilerin coşkusu, Dave Gahan' ın inanılmaz gösterisi, orada olmak için neler vermezdim deyip duruyordum kendime ki bu Temmuz da İstanbul' da olacakları haberi beni 3-5 yaş gençleştirdi. Umarım bir sorun olmaz da bu konsere katılabilirim. Zaten son üç aydır DM' in yeni albümü "Playing the Angel" ile yatıp kalkıyorum. Son dönemlerde yapmış oldukları en iyi albüm diyebilirim. Beni fazlasıyla tatmin etti. Hele "Sinner in me" isimli parça dünya ile ilişiğimi kesmeme neden oluyor. Şiddetle tavsiye ederim.

Read more...