Çok Seslilik
Çarşamba günü Hollanda' da erken seçim yapıldı. Haftaiçi seçim mi olur demeyin, insanların aileleri ile geçireceği Pazar gününün seçim ile heba olmasını istemez Hollandalılar. Seçim öncesi son birkaç hafta televizyonda liderlerin tartışmalarını izledik. Anladığımızdan değil ama burada seçim propagandası nasıl oluyor onu görmek bir de adayları, partileri tanımaktı amacımız. Sonuçta yaşadığımız ülkenin siyasi yapısı bizleri ilgilendiriyor.
İlk geldiğimiz yıl televizyon pek seyretmezdik, sadece ingilizce yayımlanan programları takip ederdik. Hollandacayı öğrenmeye başlama ya da çabalama sürecimizde televizyonun büyük yararı olacağı gerekçesiyle daha çok izlemeye başladık. Özellkle haberleri takip etmeye özen gösteriyoruz sabah kahvaltısında ve akşamları yemek yerken. Meclisteki tartışmaları gösteriyorlar bazen, acayip hoşuma gidiyor. Parti liderleri ya da milletvekilleri konuları kürsüde karşılıklı tartışıyorlar. O kadar hararetli tartışıyorlar ki pür dikkat onları dinliyorum, ama birbirlerinin sözlerini neredeyse hiç kesmiyorlar. Sırayla konuşuyorlar ama konuşmaları sanki kavga ediyor gibi olmakla beraber sadece o süre içerisinde söyleyeceklerini söyleyip sonra karşı tarafı dinliyorlar. Hayret verici düzeyde medeni tarışmalar yapılıyor, elbette herhalde benim görmeye alıştığım manzaralar çok daha farklı olduğu için bana hayret verici geliyordur. Bir başka ilgimi çeken konu da parti liderlerinin koltuklarına yapışık olmamaları. Sadece dış görünüşü ve konuşmasından dolayı sevdiğim eski Finans Bakanı Wouter Bos, çocuklarına daha fazla vakit ayırması gerektiğini öne sürerek görevinden ayrıldı Şubat ayında. Yine dış görünüşü ve konuşmalarından ötürü sevdiğim Sosyalist Partinin kadın lideri Agnes Kant mahalli seçimlerde başarısız olduğunu düşündüğü için görevinden ayrıldı 3 ay kadar önce. Ve Çarşamba günkü seçimden sonra partisini 4. lüğe düşüren, Harry Poter lakaplı güzel başbakanımız Jan Peter Balkenende (Resmine bakarsanız lakabını hakettiğini anlarsınız), seçmenlerin mesajını aldım, üzerime düşen görevi yapacağım diyerek istifasını verdi. ("The voter has spoken, the outcome is clear.") Yine geldiğim yerde insanların görevi bırakmak için ölmeyi ya da bir kasedinin çıkmasını beklediğini düşününce herhalde bu istifalara bir ben şaşırıyorum diye düşündüm. Bir de yüksek vergilerden ve insanların bu konuya bakış açılarından bahsedip seçim sonuçlarına geleceğim. Hollanda Avrupanın en yüksek vergi oranına sahip ülkelerinden biri, ancak oldukça adil bir sistemleri var ve halkı da buna inanıyor, arada vergilerden dolayı hayıflansalar da (Hollandalıların tipik özelliğidir herşeyden şikayet etmek) genel olarak vergi sisteminin olabildiğince adil olduğunu düşünüyorlar. Vergi gelirlerinin %80 lik kısmı Hollanda' nın en zenginlerinden toplanıyormuş. Bir gün havaalanında mağazanın birinden alışveriş yapıyordum ve kasanın önünde sıramın gelmesini bekliyordum. Önümdeki Amerikalı müşteri kasiyere Hollanda'da vergilerin neden yüksek olduğunu sordu, kasiyerin cevabı "Herkesin eşit haklara sahip olabilmesi, düzgün bir eğitim ve sağlık hizmeti alabilmesi için birilerinin bunun yükünü çekmesi gerekir" oldu. Yani halk bu bilince sahip, verginin doğru yerlerde kullanıldığından emin ve buna katlanıyor, bunu oradaki kasiyer düşünebiliyor, halk böyle bilinçlendirilmiş. Bana ilginç gelmişti sizlerle de paylaşmak istedim.
Gelelim seçimlere, son iki haftadır parti liderleri televizyonlarda karşılıklı olarak tartışıyorlar. Bu benim uzun süredir Türkiye' de görmediğim bir durum. Bütün liderler yuvarlak masa etrafında birbirlerine sorular soruyorlar, neyi nasıl yapacaklarını anlatıyorlar. Bir de hepsinin hangi konuda ne gibi bir önerisi olduğu belli. Hatta televizyon programları bunları grafiklerle sizlere aktarıyorlar. Belli başlı başlıkar var, ve hangi partinin hangi konuda ne vaad ettiği açık. Emeklilik yaşı 65 olacak diyenler listeleniyor, 67 olacak diyenler listeleniyor. Mortgage, Vergiler, Göçmenler vs. herkesin modeli belli. Sen de bunlara bakıp aşağı yukarı oyunu verirsen ne alacağını biliyorsun. Kimse 2 anahtar falan gibi olmayacak şeyler vaad etmiyor.
Hollanda' da seçim barajı yok, daha doğrusu var ama yok denecek kadar az, sanırım %1, net olarak bilmiyorum. Ama sonuçta ortaya bir çok seslilik çıkıyor. Türkiye' de %10 barajı sayesinde kalıplaşmış partileri, ve bozuk plak gibi oynayan aynı sesleri dinleye duralım, burada meclise 2 milletvekili sokmayı başaran Hayvanlar Partisinin amblemine bakarak çok seslilik bir ülkede nasıl yaratılır diye düşünelim.
Tabi bu seçim sisteminin sonucunda yüksek ihtimalle koalisyon hükümeti ortaya çıkıyor. Çünkü tek bir partinin %50 çoğunluk olan 75 milletvekili çıkartması çok zor. Sonuçta Çarşamba günkü seçimler neticesinde 10 parti meclise girmeyi başardı ama en az 3 partili bir koalisyon Hollanda'yı yönetecek. Birinci parti olarak meclise giren Özgürlük ve Demokrasi partisi (VVD) tarihinin en büyük başarısını gösterdi. Ancak bu seçimlerde 3. parti olarak meclise girmeyi başaran Özgürlük Partisi (PVV) seçimin tartışmasız en büyük süprizini yaptı. Bu sonuç Hollandayı çok seven ve her fırsatta buradaki hoşgörüyü, yabancılara bakış açılarını öven beni şaşırttı. Maalesef adında özgürlük kelimesi geçen bu partinin dini özgürlüklere saygısı yok. PVV aslında Anti İslam partisi olarak bilinmekte. Başa gelmeleri durumunda islamın avrupaya yayılmalarını engellemek öncelikli hedefleri. Parti lideri olan Geert Wilders 'in aşırı faşist söylemleri nedeniyle İngiltereye girmesi dahi yasaklandı. Hollandalılar her fırsatta bu adamın başlarına bela olacağını söylemekte. 6-7 ay kadar önce Türkiyeyi ziyareti planlanmış ama güvenlik kaygısı nedeniyle ziyaret askıya alınmıştı. Burada da korumalarıyla geziyor sadece. Çevremde kime sorsam kimsenin ciddiye dahi almadığı bir insan, seçimi kazanan partilerin koalisyon kurmayı pek düşünmedikleri bir parti, peki nasıl oldu da böylesine büyük oranda (%14) oy almayı başardı. Hala anlamış değilim ama sanırım Hollanda' nın bazı kesimlerinde gerçekten bazı korkular mevcut. Biraz empati yapmaya çalıştığımda PVV nin bu kadar oy almasının sebebinin müslümanların kendilerini dünyaya ne yazık ki yaptığı terör saldırıları ve cinayetlerle tanıtıyor olması yatıyor. 5 yıl önce Theo Van Gogh ' un (Ressam Vincent Van Gogh un kardeşinin torunu) bir müslüman tarafından cinayete kurban gitmesi hala buradaki insanların kafasında. Biz kendimizi kandırıp duralım dinimiz birbirini sevmeyi, höşgörüyü emreder diye ama gel gör ki pratikte pek de böyle olmuyor. Yapılan terör saldırıları, suikastlar müslümanlığın üzerine kalıyor. Bu söylediklerim kimsenin gücüne gitmesin ama facebookta insanların paylaştıklarını bile görünce bu siddet isteği nasıl ve nereden geliyor diye düsünmeden edemiyorum. Evet her dinin karanlık dönemleri olmuş ama 21. yy da hala din adına şiddeti savunan insanların olması asıl küfürdür sanırım kendi inançlarına. Neyse şimdi ben kendime biraz iğneyi batırdım ama Hollandalıların PVV ye bu başarıyı yaşatması beni çok üzdü diyerek, bunun ani bir tepki olduğuna, normalde çok büyük çoğunluğun böyle düşünmediğine inanmak istiyorum. Çok sevdiğim Hollandayı çok sevdiğim özgürlükleriyle yaşamak istiyorum.