Basitleştir, basitleştir, basitleştir
Barış ile ilk çıkmaya başladığımız dönemlerde dağcılık bana çok uzak geliyordu. Yani düşünüyordum ne gerek var bunca zahmete, ızdıraba diye. Fakat geçen yıllar beni bir çok konuda olduğu gibi dağcılığa bakışımı da değiştirdi. Burada dağcılıkla ilgili ahkam kesecek kadar kendimi yeterli görmüyorum, ama gözlemlediğim kadarıyla böyle uğraşları olan kişilerin hayata bakış açılarının bir çok insandan daha farklı ve doğru olduğunu düşünüyorum. Onlarda zoru başarabilme yetisi var kesinlikle. Dağa gittiğinizde bunu hissediyorsunuz zaten. Orada anlıyorsunuz ki hayatta sadece karnınızı doyurmaya, barınmaya ve sevmeye ihtiyacınız var. Bu dünyada aslında temelde herşey o kadar basit ki, bazı kavramları kafamızın içinde çok büyütüyoruz. Üstesinden gelemeyeceğimiz hiç bir engel yok kendimizden başka. Bir şehir hayatı var sizin yaşamak zorunda olduğunuzu hissettiğiniz ama her zaman bilinçaltınızda bir kaçış planı oluşturduğunuz ve de bu değişimi yapabilecek cesareti hiç bir zaman kendinizde bulamayacağınız. Hayaller kuran, buralardan uzaklaşmak, kaçıp kurtulmak isteyen, sanki böyle bir imkan yokmuş gibi de iç çekip duran insanlardan oluşan topluluklar size yabancı değillerdir eminim. Ben mühendisim ve çevremdeki bir çok insan gibi realist düşüncelere sahip(t)im. Yani nedir bu realist düşünce, iş hayatında başarılı olmak zorundasın, para kazanacak, kazandığın paraları biriktirecek, hayalin olduğunu düşündüğün bir geleceğe sahip olmak için daha çok çalışacak, çalışacak ve çalışacaksın. Sonra bir bakacaksın ki uğruna feda ettiğin gençliğin sana çocuklarına anlatacak bir çok "keşke" ler bırakmış. Ehh elbette bunun yanında en az bir ev ve bir araba da tesellisi, tümden gelim yaparsak, hangisini feda etmeyi isterdiniz, malvarlığınızı mı yoksa "keşke"lerinizi mi?
Şimdi böyle bir girişin elbette bir nedeni var, sizlere bir düşünürden bahsetmek istiyorum, ve eğer benim gibi düşüncelere sahipseniz mutlaka edinmeniz gereken bir kitaptan. Henry David Thoreau - Doğal Yaşam ve Başkaldırı.
Hayat dusturu "basitleştir, basitleştir, basitleştir" olan ve hayatının bir döneminde şehirden kaçıp, Walden gölü kıyısında inzivaya çekilen ve aynı adlı ünlü kitabını burada kaleme alan Henry David Thoreau, kitabın bir yerinde beyaz adamla kızılderilinin “ev” ve “sahip olmak” kavramlarına yaklaşımını karşılaştırır. Beyaz adam için, içinde her türlü konfora, her çeşit elektirikli ev aletine, en iyisinden mobilyalara sahip evlerde yaşayabilmek çok önemlidir. Öyle ki, hayatının yarısını bu uğurda harcamaktan tereddüt etmez. Hep daha iyi, daha büyük, daha lüks bir eve sahip olmak için çalışır, didinir, para biriktirir ve bir anlamda ömrünün yarısı bununla geçer. Oysa “asıl vahşi” diye nitelendirilen kızılderili, herhangi bir yerde rahatlıkla kurabileceği çadırını sırtında taşıyabilir ya da onun için gerekli basit malzemeleri gittiği her yerde rahatlıkla bulabilir. Onun evi, o anda yaşamak istediği herhangi bir ova, orman, su kenarı, dağ, her yer olabilir. Thoreau, doğayla muazzam bir uyum yakalamış kızılderiliyi, sahip olduğumuz en iyi, en konforlu, en büyük evlerden birine getirsek ve bu evi ona vereceğimizi, ancak karşılığında da hayatının yarısını vermesi gerektiğini söylesek acaba ne gözle bakar bize diye sormaktan kendini alamaz. Bu noktada hangimizin daha akıllı olduğunu kestirmek çok zor. Bugünün koşullarında elbette bir kızılderili gibi yaşamak mümkün değil, Thoreau’nun zamanında bile mümkün değildi, ancak burada önemli olan, basit bir kavram üzerine bile hayatı ne kadar farklı algılayabileceğimiz, ve delilikle normalliğin sınırlarının çok göreceli olduğu.
Aslında Thoreau' nun Sivil İtaatsizlik konusunda söylemleri ile ilgili de birşeyler söylemek, alıntılar yapmak istiyorum, ama onun için ayrı bir başlık açacağım yakında burada.
I went to the woods because I
wanted to live deliberately...
I wanted to live deep and suck
out all the marrow of life!
To put to rout all that was not life...
And not, when I came to die, discover
that I had not lived...
ormana gittim
çünkü bilinçli yaşamak istiyordum
hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum
yaşam dolu olmayan herşeyi bozguna uğratmak
ve ölüm geldiğinde farketmemek için hiç yaşamamış olduğumu
Read more...
Şimdi böyle bir girişin elbette bir nedeni var, sizlere bir düşünürden bahsetmek istiyorum, ve eğer benim gibi düşüncelere sahipseniz mutlaka edinmeniz gereken bir kitaptan. Henry David Thoreau - Doğal Yaşam ve Başkaldırı.
Hayat dusturu "basitleştir, basitleştir, basitleştir" olan ve hayatının bir döneminde şehirden kaçıp, Walden gölü kıyısında inzivaya çekilen ve aynı adlı ünlü kitabını burada kaleme alan Henry David Thoreau, kitabın bir yerinde beyaz adamla kızılderilinin “ev” ve “sahip olmak” kavramlarına yaklaşımını karşılaştırır. Beyaz adam için, içinde her türlü konfora, her çeşit elektirikli ev aletine, en iyisinden mobilyalara sahip evlerde yaşayabilmek çok önemlidir. Öyle ki, hayatının yarısını bu uğurda harcamaktan tereddüt etmez. Hep daha iyi, daha büyük, daha lüks bir eve sahip olmak için çalışır, didinir, para biriktirir ve bir anlamda ömrünün yarısı bununla geçer. Oysa “asıl vahşi” diye nitelendirilen kızılderili, herhangi bir yerde rahatlıkla kurabileceği çadırını sırtında taşıyabilir ya da onun için gerekli basit malzemeleri gittiği her yerde rahatlıkla bulabilir. Onun evi, o anda yaşamak istediği herhangi bir ova, orman, su kenarı, dağ, her yer olabilir. Thoreau, doğayla muazzam bir uyum yakalamış kızılderiliyi, sahip olduğumuz en iyi, en konforlu, en büyük evlerden birine getirsek ve bu evi ona vereceğimizi, ancak karşılığında da hayatının yarısını vermesi gerektiğini söylesek acaba ne gözle bakar bize diye sormaktan kendini alamaz. Bu noktada hangimizin daha akıllı olduğunu kestirmek çok zor. Bugünün koşullarında elbette bir kızılderili gibi yaşamak mümkün değil, Thoreau’nun zamanında bile mümkün değildi, ancak burada önemli olan, basit bir kavram üzerine bile hayatı ne kadar farklı algılayabileceğimiz, ve delilikle normalliğin sınırlarının çok göreceli olduğu.
Aslında Thoreau' nun Sivil İtaatsizlik konusunda söylemleri ile ilgili de birşeyler söylemek, alıntılar yapmak istiyorum, ama onun için ayrı bir başlık açacağım yakında burada.
I went to the woods because I
wanted to live deliberately...
I wanted to live deep and suck
out all the marrow of life!
To put to rout all that was not life...
And not, when I came to die, discover
that I had not lived...
ormana gittim
çünkü bilinçli yaşamak istiyordum
hayatı tatmak ve yaşamın iliğini özümsemek istiyordum
yaşam dolu olmayan herşeyi bozguna uğratmak
ve ölüm geldiğinde farketmemek için hiç yaşamamış olduğumu